11 Temmuz 2008

Cees Nooteboom "Gezginin Oteli"



Gezginin Oteli

Yıllardır bu köşenin okuru olarak, artık çok iyi biliyorsunuz ki, iki satırlık bir yazıda bile birkaç kitap önermeden edemem. Tam yaz tatilinde gezgin olmayı hayal edenler için biçilmiş kaftan diyebileceğimiz bir kitap okudum bu hafta. Cees Nooteboom’un “Gezginin Oteli: Zamanda ve Mekânda Yolculuklar” adlı eseri, gezme üzerine, yalnızlık üzerine, farklı kültürlerin içine girme üzerine, eşsiz bir metin.

Genelde gezi kitaplarını çok sıkıcı bulduğumu söyleyerek başlamalıyım. Gezi yazılarının en büyük kusuru, gezilen yerler ve insanları hakkında genellemeler yapılmasıdır. Günümüzde gezgin ile “turist” gittikçe yakın deyimler oldular; gezmek de bir çeşit “fast-food”a dönüştü. Ellerinde “görülecek yerler listesi”yle topluca dolaşan insan grupları öylesine çok yer kaplar oldular ki, yalnız gezgine yer kalmaz oldu.
19 yaşında ilk kez Roma’ya gittiğimde Sistine Şapelinin tavanını süsleyen resimlere bakmak için kilisenin taş zeminine yatıp, çok uzun süre resimlere baktığımı hatırlıyorum. Kimseyi rahatsız etmemişti yerde uzanıp yatmam. Yanımdan geçen bir iki rahipten başka da fazla giren olmamıştı kiliseye sabahın o saatinde. Şimdi aynı yere girmek için saatlerce kuyrukta beklemek gerekiyor; içeri girdiğinde de yüzlerce turistin basıncıyla sürüklenerek bir anda kendini dışarıda buluyorsun.

Gezgin olmanın anlam yitirdiği bir çağda yaşıyoruz belki de. Cees Nooteboom, “Gezginin Oteli” adlı eserinde, gerçek anlamda gezgin olma halinden söz ediyor. Kitabın ilk satırı okuru bir anda yakalayan türden: “Varlığın kökeni harekettir.” Çünkü İbn al-Arabi’ye göre, varlık hareketsiz olursa kaynağına, yani Hiçliğe geri döner. Nooteboom, bu düşünce ile açıyor kitabını. 30 yıllık yolculuk serüvenini anlatırken, herhangi bir yolculuğun anlam kazanması için mutlaka zihinsel yolculuğun da “yol”a eşlik etmesi gerektiğini düşündüm.

Hollandalı yazar Cees Nooteboom, ben en sevdiğim Avrupalı yazarlardan biridir. Böyle bir kitabı, ancak yetmiş yaşını geçtikten sonra yazmış olması, bir anlamda beni hüzünlendirdi: acaba “gezgin” olma halini sona mı erdirdi diye düşünmeden edemedim. Hayatı boyunca biriktirdiği tüm gezi notlarını, her birinin üzerinden geçerek, ilk kez bir kitap halinde sunmasında, sanki bir final eylemi var gibi geldi bana.

Kitaba yazdığı giriş bölümünde bu serüvenin nasıl başladığını da anlatıyor: “güzel bir gündü; ve bunun size ne kadar romantik ve demode geldiğini biliyorum, ama benim hikayemde olan buydu; bir sırt çantası hazırladım, annemden ayrıldım ve Breda’ya giden trene bindim. Bir saat sonra – Hollanda’nın ne kadar küçük olduğunu bilirsiniz – Belçika sınırının ötesindeki yolun kenarında durmuş, başparmağımla otostop işareti yapıyordum ve o günden beridir hiç durmadım.”

Kitapta yer alan ilk yolculuk Venedik’e. Fakat bu kitabın en ilginç gezilerinden biri değil, Nooteboom Venedik’te bir anlamda zaman yolculuğuna çıkıyor. Yüzyıllar önce aynı yerde yaşamış Vivaldi, Haendel bir kapının girişinde nereyi görüyorlardı, Stravinski’nin müziğini duysalar ne derlerdi, türünden bir deneme kaleme almış.

Kitabın bence en güzel bölümü Gambiya yolculuğunu anlattığı bölüm: bu ülkeyi “dünyaya geçici bir süre veda etmek isteyen herkesin gideceği yerdir” diye tanımlıyor. Gazetelerin ancak haftalar sonra ulaştığı, bürokrasinin ağır değil, hiç işlemediği bir yer olarak Gambiya portresi gerçekten de çok ilginç. Yazarın başına da yer kadar ilginç olaylar geliyor. Devlet başkanı yolda makam arabasıyla geçerken, yeterince hızlı bisikletinden inip saygı duruşunda bulunmadığı için tutuklanması, yaşadığı saçma olaylardan sadece biri.

Nooteboom’un gezileri Alp’lerden Afrika çöllerine kadar uzanıyor. Münih ve Zürih gibi çok tanıdık şehirlerde gezdiği gibi, yeryüzünde tamamen yalnız bir varlık olarak kaldığını hissettiren yerlere de gidiyor. Gezme sadece fiziksel olduğunda, çok fazla anlam taşımaz. Başka deyişle, gezginin ruhunda bir çalkalanmaya ya da dramatik bir değişime neden olmuyorsa, gezmenin de fazla bir anlamı olmaz. Gezmeyi bir yerden diğerine gitmek gibi algılayan gezi kitaplarından farklı olarak Nooteboom, gezinin gerçek anlamda yalnız kalmak olduğunu öne sürüyor. Anlatmak istediği şey, kendi kültüründen, korumacı aile ve çevre yapından kopmadan, kim olduğunu bulman bile mümkün olmayabilir. Bu kopuş da ancak uzağa giderek gerçekleşebilir. Bir kere uzaklaştıkça, gerçekten kendi değerlerini yaratmaya başlar insan. Kendisine öğretilen değerleri kabul etmek zorunda kalmaz.

Nietzsche’nin düşünerek yaptığı bu yolculuğu -- var olmanın nedeni bulmayı -- Nooteboom da “yol”larda gerçekleştiriyor. Kitabın başlığında söz ettiği otel ise, yazarın aynı zamanda büyük bir romancı olduğunu gösteren hayal gücüyle kurulmuş bir mekân. Her birimizin içindeki gezgine hitap eden bir kitap “Gezginin Oteli” ve aynı zamanda uzak yerlere gidenlere veya gitme hayali kuran herkese önereceğim bir kitap.



Gezginin Oteli / Cees Nooteboom / Sel Yayıncılık / 2008.

(Bu yazı 4 Temmuz 2008 tarihli Dünya Gazetesi Kitap ekinde yayınlanmıştır)