23 Haziran 2011

Elisabeth Badinter "Kadınlık mı Annelik mi?"


HEM ANNE, HEM KADIN OLUNUR MU?

Bir nesil kadının hayatını şekillendirmesinde Simone Weil ve Simone de Beauvoir gibi feminist düşünürler önemli rol oynamışlardı. Bizden önceki nesillerin sorgulamayı düşünmediği yeni hayat tarzları sunuyorlardı, bir çok kadın bu düşüncelerle, gerileme olasılığı olmayan yeni hayat kurduğunu düşünüyordu.

Beauvoir kadar değilse de, yaşıtım kadınlarla birlikte beni etkileyen filozoflardan biri de Elisabeth Badinter’di. Bazı argümanları mantığıma ters düşer, bazı düşünceleri de içimde tepki yaratırdı, buna rağmen her zaman önemsediğim bir yazardı. Onun söyledikleri yaygın düşüncelerden uzak olurdu; hatta bazen feminist duruşa ters düşerdi. Son kitabı “Kadınlık mı? Annelik mi?” ile yine tüm dünyada çok yankı uyandırdı. Bu sefer, son otuz yılda değişen annelik konusunu ele alıyor Badinter. “Kusursuz anne” olmayı hedef haline getiren günümüz düşüncesine savaş açıyor. Kadının toplumsal rollerinin ekonomik kriz, kapitalizm, tutucu politikalardan etkilendiğini zaten herkes biliyordu, bunlara abartılı ekoloji ve natüralizm ekleyerek çok geniş perspektifte kadın hayatı ve anneliği anlatıyor.

Badinter “Biz neredeyse farkına dahi varmadan annelik algımızda bir devrim gerçekleşti. Bu devrim hakkında hiçbir tartışma yapılmadı, hiç ses çıkmadı” sözleriyle başlıyor kitabına. Ona göre bu “devrim,” kadın özgürlüklerine kısıtlamalar getirdi hem de zorluklarla elde edilmiş kadın haklarına zarar verdi. Annelik konusunda son otuz yıldır özgürlüklerin sinsice gerilemesine neden olan üç eğilimden söz ediyor. Bunların birincisi, daha ekolojik bir hayat özlemiyle sunulan ilkel yaşam tarzı; ikincisi hayvan davranış bilimlerinin anneliğe yüklenmeye çalışılması; sonuncu olarak da öze dönüş hareketi olarak sunulan abartılı emzirme dönemi ve ilaçsız doğal doğuma övgü. Yazar bu akımların sadece iş dünyasında kendine yer edinmeye çalışan kadına değil, kusursuz annelik imgesi yüzünden kendini başarısız hisseden tüm kadınlara zarar verdiğini söylüyor.

“Kadınlık mı? Annelik mi?” günümüzün çok önemli sorunlarını ele alıyor. Kitabı okumaya başladığımda sadece kadınlık ve annelik sorunlarını ele aldığını sandım fakat aslında Elisabeth Badinter burada daha geniş açıdan toplumsal bir eleştiri sunuyor. Örneğin, Batılı kadınların tam da patriarkal düzenden kurtuldukları sırada baba ya da koca yerine yeni bir efendinin, yani bebeğin belirmesini ironik bir şekilde anlatıyor. Bebek imparatorluğu gerçekten de tüketimi, eğitimi, sağlığı, çalışma koşullarını, aile düzenini ve hatta cinselliği etkileyen geniş bir alan, sadece anne-bebek sorunlarıyla sınırlı değil.

Sanırım tam da bu geniş açıdan toplum eleştirisi sunması sayesinde geçtiğimiz sene edebiyat dışı kitaplar arasında haftalar boyunca en çok satan on kitaptan biri oldu ve çok tartışıldı. İşin ilginç yanı, henüz İngilizce’ye çevrilmemiş olmasına rağmen, Amerikan basınında da kitap geniş yer buldu. Kendi dilleri dışında yazılmış kitaplara ilgi göstermeyen Amerikan okuru açısından ender karşılaşılan bir durum yarattı. Badinter’in eleştirisinin altında Amerikan tarzı anneliğe saldırı olduğu için tutucu bir kesimden ağır eleştiriler aldı. Hatta bazıları aşırıya kaçarak yazarın hamilelere sigara ve içki tavsiye ettiğini söyleyerek karikatürize ettiler. Edwige Antier adlı Fransız pediatrist ve politikacı ise Badinter’i anneliği inkar etmekle suçladı ve yazarın bugünün genç annesini anlamadığını ileri sürdü.

Badinter’in argümanları gerçekten kolayca kabul edilecek türden değil, tartışma yaratmaları çok doğal fakat kadının üzerindeki toplumsal baskının çeşitliliği konusunda ona katılmamak zor. Sinema, televizyon, reklamlar, hangi tür anneliğin doğru olduğu konusunda hem fikir görünüyorlar. Üstelik buna dar alanda bir tek kadın tipi üzerinden yola çıkarak karar verilmiş. Sinsice bütün alanları işgal eden bir dünya görüşü çıkıyor ortaya, Badinter’e göre, kadınların buna karşı direnmeleri çok zor. Yazar örnek olarak “annelik içgüdüsü” “doğal ortam” gibi deyimlerin tutucu politikalar tarafından nasıl kullanıldığına işaret ediyor.

Badinter, bir önceki “Annelik Sevgisi: Efsane ve Gerçek” adlı kitabında 17. yüzyıldan günümüze anneliğin tarihini ele alıyordu. Annelik içgüdüsünün şüpheli varlığından söz ettiğinde, yine ortalık karışmıştı. Üç çocuk annesi ve yedi torun sahibi 67 yaşındaki Badinter, garip saldırılara uğramıştı. Bir röportajında saldırılara karşı şunları söylemişti: “Feminist akıma ihanet ettiğim düşünülmüyor fakat beni modası geçmiş, arkaik bir dönemin feministi olarak görüyorlar. Fakat eminim ki bu yönde ilerlerse, feminizm bir çıkmaza girecektir. Ben hala cinsler arası eşitliğin rol ve sorumlulukların paylaşılmasıyla sağlanacağını savunuyorum.”

Her kültürün ve dönemin ideal bir annelik modeli vardır. Kadınlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu modelden etkilenirler. Yazar, günümüzün hakim annelik modelinin hiçbir zaman olmadığı kadar çetin olduğunu öne sürüyor. Annelik konusunda son yıllarda yayımlanmış çok sayıda kitaptan yaptığı alıntılar, bunun ne denli doğru bir saptama olduğunu gösteriyor. Kitabın büyük bir kısmı, bu eserlerden alıntılardan oluşuyor, ayrıca kitapta çok sayıda araştırma dosyası yer alıyor. Doğum, emzirme, çocuk bakımı gibi konularda Avrupa ve dünyadaki farklılıklara dikkat çekiliyor. Elbette bu bölümler konuyla akademik anlamda ilgilenen okuru ilgilendirecektir; fakat Badinter’in bu araştırma istatistiklerinden çıkardığı sonuçlar çok güçlü argümanlar yaratıyor.

Gerçekten de, savaş sonrası yıllarda kazanılmış özgürlükler konusunda tüm dünyada -- ve ülkemizde -- geri dönüş yaşadığımız bir dönemdeyiz. Badinter buna dikkat çekiyor ve bence Sokrates’in dediği gibi, atsineği filozof rolünü üstleniyor. Atsineği, çünkü atı silkelenmesi için rahatsız eden ve harekete geçiren bir unsur gibi, kadın hakları konusunda yeni bir sarsıntı yaratma çabasına giriyor. Kitap ağırlıklı olarak emzirme ve doğal doğum konularını işliyor, bence bir eksikliği, çocuk temelinde gelişen yeni tür eğitim tüketimini ele almamış olması. Çocuklarını en iyi okullara yazdırmak için geç kalmamaya çalışan ve geç kalma korkusuyla büyük endişe duyan bir anne tipi de yaratıldı son yıllarda. Bazı anaokulların ön kayıtlarının dört beş yıl öncesinden dolması, annenin daha hamileyken doğmamış bebeğini okula yazdırdığı gerçeğini gösteriyor. Bu sadece Londra ve Paris anaokulları için değil, İstanbul’daki bazı eğitim kurumları için de geçerliymiş. Anne olmak, çocuğun tüm olanaklardan yararlanmasını sağlayacak uyanıklıkta olmayı da gerektiriyor. Böylesi bir kusursuz anne modeli, kaygıdan başka bir şey yaratmıyor kadında. Badinter, bakmadığımız yerlere bakmayı, düşünmeden kabul ettiğimiz peşin hükümleri ve kalıplaşmış deyimleri yerlerinden oynatıyor. Anneliğe ve dolayısıyla kadınlığa önyargısız yeni bir bakış getirmeyi amaçlıyor.

KADINLIK MI ANNELİK Mİ? / Elisabeth Badinter / Çeviri: Ayşen Ekmekci / İletişim Yayınları, 2011 / 184 sayfa.

(Bu yazı Radikal gazetesinin Kitap ekinde, Nisan ayından yayımlanmıştır.)