EMMA
“Moda” deyimini, piyasaya yeni sürülenlerle ilgili zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Klasikler de moda oluyor. Son yılların en moda klasikleri de sanırım Jane Austen’ın romanları oldu.
Austen’in aşk romanlarına sürekli artan ilginin bir nedeni de, ünlü klasiklerin artarda filme çekilmeleriydi. Sinema salonlarını dolduran izleyiciler, büyük bir olasılıkla yazarın eserlerini daha önce okumamışlardı. Ekrana yansıyan roman uyarlamaları genelde pek başarılı olmazken, sinemacılar Austen’in çok sinematografik olduğunu keşfettiler. Romanlarındaki görsellik, büyük ekranda çok iyi duruyordu. İnce detaylar, giyim, dekor ve en önemlisi hiç dağılmayan kurgu: işte Hollywood yapımcılarının sevdiği öğeler, Jane Austen’in romanlarında her zaman vardı.
Sevdiğim bir yazar olmasına rağmen, “Emma” romanını daha önce okumamıştım. Yeni baskının arka kapağında yazarın en sevdiği romanı sözleri, özellikle ilgimi çekti ve okumaya başladım.
Roman bittiğinde anladım, bunun neden en gözde romanı olduğunu. Jane Austen’in diğer romanlarında sık rastladığımız bazı öğelere yer vermemişti bu romanda.
Melodramların basit kurallarından biridir, kahraman genç kız, yoksul ya da ezilmiş olmak zorundadır. Böylece okur, ilerleyen sayfalarda kızın mutlu bir sonla noktalanacak geleceğini tahmin eder. Külkedisi, her zaman en alttan başlamak zorundadır, böylece elde edeceği mutluluk daha büyük anlam taşısın. Ne denli ezilmişse, o denli mutluluğu hak ettiğini düşünürüz. Ve biliriz ki, ne denli acı çekmişse, mutluluk onun için o denli değerli olacaktır.
Jane Austen, genelde bu formüle sıcak bakar romanlarında. “Aşk ve Gurur” ya da “Kül ve Ateş” romanlarında maddi sorunlar yaşayan ailelerin kızlarıdır başkahramanlar. İyi evlilik sadece gereklilik değil, zorunluluktur.
Oysa “Emma”nın kahramanı Emma Woodhouse için bunlar geçerli değildir. Austen romana çok sert bir cümle ile başlar: “Emma Woodhouse, güzel, zeki ve varlıklı bir kızdı. Rahat bir evi, iyimser bir yaradılışı vardı.” Bu üç özelliği onun Külkedisi olmadığını daha ilk sayfada duyurur. Hatta ilk birkaç sayfada, onun anti-Külkedisi olduğunu bile söyleyebiliriz.
Aslında bu ilk cümlelerde Austen daha da fazlasını söyler dikkatli okura. Emma için sadece “güzel” değil, İngilizce yakışıklı anlamına gelen “handsome” sözcüğünü kullanır. Genelde kadınlar için kullanılmayan “handsome” ile, Emma’daki erkeksiliğe dikkatimizi çeker.
Emma’yı tanıtmak için kullandığı ikinci sözcük “zeki”dir. İngilizce “clever” der. “Clever” da, “handsome” gibi, erkeksilik çağrıştırır, akıllı ve uslu çağrışımları yapacak “intelligent” yerine “clever” demeyi tercih etmiş olması rastlantı değildir. Ayrıca 19. yüzyıl başlarında bir genç kızdan arzulanacak vasıflardan biri değildir zeki olmak. Edilgin bir kız olmadığını, çevresindekileri yönetmeyi sevdiğini, romanın hemen başında öğreniriz.
Varlıklı bir aileden geliyor olması, etrafında boyun eğmesini gerektiren hiç kimsenin olmaması, Emma’yı anti-Külkedisi yapar. Jane Austen burada çok başarılı bir giriş yapmıştır romana, şimdi okur beklemeye başlar: genç kız mutlu sona ulaşmadan önce mutlaka düşmelidir. Mutlaka birisinin ona dersini vermesi gerekir.
Bu ders için en uygun kişi Bay Knightley’dir. (Şövalye anlamındaki knight, romanın daha ilk sayfalarında bize onun oynayacağı rolü gösterir.) Aslında, Emma’nın sahip oldukları (para, konum ve zekâ) sanki onun lanetidir. Çevresinde yaşayan insanlar bariz şekilde ikiye ayrılırlar. Kolaylıkla hükmettikleri ile hükmedemediği için uzak durdukları. Birinci grupta himayesi altına aldığı Harriet, ikincisinde de kendine zekâ ve kültür açısından daha yakın olan Jane vardır. Emma, birinciyi seçer, çünkü rekabet istemez. Tek parlayan yıldız o olmalıdır her ortamda.
Şimdi tekrar Jane Austen’in “Emma”yı, diğer kitaplarından üstün tuttuğu konusuna dönersek, açıkça görünen bir neden ortaya çıkar: burada anlattığı kahraman, yani Emma, diğer roman kahramanları gibi âşık olmak zorunda değildir. Külkedisi gibi, başka çıkış yolu olmayan bir yolda değildir. Evlenmesi gerekmez, zaten parası vardır. Ayrıca evlenmesini hiç istemeyen bir babası vardır (hâlbuki diğer Austen romanlarında, genç kızların bir an önce evlenmeleri istenir hep). Emma ne para ne de toplumsal konumu için evlenmek zorunda değildir, o sadece sevdiği için evlenecektir.
Hayatında hiç evlenmemiş olan Jane Austen, evlilik yaşamını ve kadının o çağlarda içinde bulunduğu kısıtlı ortamı, öylesine güzel gözlemlerle anlatır ki, neredeyse iki yüz yıl sonra hala taze kalmayı başarır.
Emma / Jane Austen / çev.: Nihal Yeğinobalı / Can yayınları / 2008 / 464 sayfa.
“Moda” deyimini, piyasaya yeni sürülenlerle ilgili zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Klasikler de moda oluyor. Son yılların en moda klasikleri de sanırım Jane Austen’ın romanları oldu.
Austen’in aşk romanlarına sürekli artan ilginin bir nedeni de, ünlü klasiklerin artarda filme çekilmeleriydi. Sinema salonlarını dolduran izleyiciler, büyük bir olasılıkla yazarın eserlerini daha önce okumamışlardı. Ekrana yansıyan roman uyarlamaları genelde pek başarılı olmazken, sinemacılar Austen’in çok sinematografik olduğunu keşfettiler. Romanlarındaki görsellik, büyük ekranda çok iyi duruyordu. İnce detaylar, giyim, dekor ve en önemlisi hiç dağılmayan kurgu: işte Hollywood yapımcılarının sevdiği öğeler, Jane Austen’in romanlarında her zaman vardı.
Sevdiğim bir yazar olmasına rağmen, “Emma” romanını daha önce okumamıştım. Yeni baskının arka kapağında yazarın en sevdiği romanı sözleri, özellikle ilgimi çekti ve okumaya başladım.
Roman bittiğinde anladım, bunun neden en gözde romanı olduğunu. Jane Austen’in diğer romanlarında sık rastladığımız bazı öğelere yer vermemişti bu romanda.
Melodramların basit kurallarından biridir, kahraman genç kız, yoksul ya da ezilmiş olmak zorundadır. Böylece okur, ilerleyen sayfalarda kızın mutlu bir sonla noktalanacak geleceğini tahmin eder. Külkedisi, her zaman en alttan başlamak zorundadır, böylece elde edeceği mutluluk daha büyük anlam taşısın. Ne denli ezilmişse, o denli mutluluğu hak ettiğini düşünürüz. Ve biliriz ki, ne denli acı çekmişse, mutluluk onun için o denli değerli olacaktır.
Jane Austen, genelde bu formüle sıcak bakar romanlarında. “Aşk ve Gurur” ya da “Kül ve Ateş” romanlarında maddi sorunlar yaşayan ailelerin kızlarıdır başkahramanlar. İyi evlilik sadece gereklilik değil, zorunluluktur.
Oysa “Emma”nın kahramanı Emma Woodhouse için bunlar geçerli değildir. Austen romana çok sert bir cümle ile başlar: “Emma Woodhouse, güzel, zeki ve varlıklı bir kızdı. Rahat bir evi, iyimser bir yaradılışı vardı.” Bu üç özelliği onun Külkedisi olmadığını daha ilk sayfada duyurur. Hatta ilk birkaç sayfada, onun anti-Külkedisi olduğunu bile söyleyebiliriz.
Aslında bu ilk cümlelerde Austen daha da fazlasını söyler dikkatli okura. Emma için sadece “güzel” değil, İngilizce yakışıklı anlamına gelen “handsome” sözcüğünü kullanır. Genelde kadınlar için kullanılmayan “handsome” ile, Emma’daki erkeksiliğe dikkatimizi çeker.
Emma’yı tanıtmak için kullandığı ikinci sözcük “zeki”dir. İngilizce “clever” der. “Clever” da, “handsome” gibi, erkeksilik çağrıştırır, akıllı ve uslu çağrışımları yapacak “intelligent” yerine “clever” demeyi tercih etmiş olması rastlantı değildir. Ayrıca 19. yüzyıl başlarında bir genç kızdan arzulanacak vasıflardan biri değildir zeki olmak. Edilgin bir kız olmadığını, çevresindekileri yönetmeyi sevdiğini, romanın hemen başında öğreniriz.
Varlıklı bir aileden geliyor olması, etrafında boyun eğmesini gerektiren hiç kimsenin olmaması, Emma’yı anti-Külkedisi yapar. Jane Austen burada çok başarılı bir giriş yapmıştır romana, şimdi okur beklemeye başlar: genç kız mutlu sona ulaşmadan önce mutlaka düşmelidir. Mutlaka birisinin ona dersini vermesi gerekir.
Bu ders için en uygun kişi Bay Knightley’dir. (Şövalye anlamındaki knight, romanın daha ilk sayfalarında bize onun oynayacağı rolü gösterir.) Aslında, Emma’nın sahip oldukları (para, konum ve zekâ) sanki onun lanetidir. Çevresinde yaşayan insanlar bariz şekilde ikiye ayrılırlar. Kolaylıkla hükmettikleri ile hükmedemediği için uzak durdukları. Birinci grupta himayesi altına aldığı Harriet, ikincisinde de kendine zekâ ve kültür açısından daha yakın olan Jane vardır. Emma, birinciyi seçer, çünkü rekabet istemez. Tek parlayan yıldız o olmalıdır her ortamda.
Şimdi tekrar Jane Austen’in “Emma”yı, diğer kitaplarından üstün tuttuğu konusuna dönersek, açıkça görünen bir neden ortaya çıkar: burada anlattığı kahraman, yani Emma, diğer roman kahramanları gibi âşık olmak zorunda değildir. Külkedisi gibi, başka çıkış yolu olmayan bir yolda değildir. Evlenmesi gerekmez, zaten parası vardır. Ayrıca evlenmesini hiç istemeyen bir babası vardır (hâlbuki diğer Austen romanlarında, genç kızların bir an önce evlenmeleri istenir hep). Emma ne para ne de toplumsal konumu için evlenmek zorunda değildir, o sadece sevdiği için evlenecektir.
Hayatında hiç evlenmemiş olan Jane Austen, evlilik yaşamını ve kadının o çağlarda içinde bulunduğu kısıtlı ortamı, öylesine güzel gözlemlerle anlatır ki, neredeyse iki yüz yıl sonra hala taze kalmayı başarır.
Emma / Jane Austen / çev.: Nihal Yeğinobalı / Can yayınları / 2008 / 464 sayfa.
(Bu yazı, 15 Ocak 2008 tarihinde, Taraf gazetesinin kültür-sanat sayfasında "ars poetika" köşesinde yayınlanmıştır.)
2 yorum:
Pek kadın yazar sevmediğimi bilen bilir. Ama bu kadın başka, az, seyrek, nadir yetişiyorlar. Jane Austen Emma'yla ilk tanıştığım kadın. Aynı zamanda yazar: Kadın yazar.
Henüz okumadım; ama okumayı çok istiyorum. Yazarın "gözbebeğim" diye tanımladığı kitabın (Emma'nın) gerçekten büyük bir eser olduğunu tahmin ediyorum...
Yorum Gönder