23 Ocak 2011

Cemil Kavukçu "DüşKaçıran"

Mutsuzluktan Kaçabilmek

Bir insan hayatın gidişatından memnun değilse ve herşeyi geride bırakmak istiyorsa, nereye kaçabilir? Mümkün müdür mutsuzluktan kaçabilmek? Cemil Kavukçu’nun yeni kitabı Düşkaçıran’ı okurken bunun gibi bir sürü soru yağdı aklıma. Bir sahil kasabasında yeni bir hayata başlamak, kaçmak mıdır? Yoksa bir kişiden kaçarken, insan hayattan mı kaçar? “Kaçan”, “Kovalayan” ve “Yakalanan” başlıkları altında üç bölümde toplanmış öyküler, kaçmanın çeşitli anlamları üzerinde düşünmeye itiyor okuru.

Kitaptaki birinci öykü, “İki Nokta Üst Üste,” bir ayrılık hikayesi anlatarak başlıyor. Kadın, bir türlü kurtulamadığı eski sevgilisine ayrılma kararının kesinliğini anlatmak üzere buluşmaya gidiyor. Daha kadın birşey söylemeye fırsat bulmadan, adam İstanbul’dan gideceğini açıklayarak kadını şaşırtıyor; bir anda roller değişiyor, ağlayıp yalvarması beklenen adam yerine, bu habere üzülen kadın ağlayan oluyor. İlk öyküde yer alan bu tersine dönüş, kitaptaki diğer öyküler için de belirleyici bir durum yaratıyor. Kaçmak ya da tutsaklık, kovalamak ya da yakalanmak, birbirlerine dönüşüyorlar.

Roman Kurgusunda Öyküler

Bazı öykü kitapları, bağımsız öyküler yerine birbirlerine gizli biçimlerde bağlı öykülerden oluşur; böyle olunca okur, sanki bir roman okuyormuşcasına kurgunun bütünlüğüne odaklanır. Belki öykü yazarının istediği bu değildir, bir roman gibi okunması için yazmamıştır öyküleri; büyük olasılıkla öyküleri birbirine bağlamasındaki neden, serbest çağrışımlarla anlatıyı zenginleştirmektir. Cemil Kavukçu, farklı öyküler içinde karşımıza aynı karakterleri çıkararak bunu yapar. Bazen de farklı karakterlerin benzer yalnızlıklarını, terk edilmişliklerini ve tutsaklıklarını ortak bir nokta olarak görmemizi sağlar. Bir öykünün kahramanı, bir başka öyküde sadece bir sahnede görünür ama biz onun varlığıyla tanıdık bir ortam içine çekilmişizdir bile. İmgeler adeta düğüm görevi görüp karakterleri ve hikayeleri birbirlerine bağlarlar. Altı öyküden oluşan “Kaçan” adlı ilk bölümde yaralı bir adamın kaçış öykülerini okuruz. İkinci “Kovalayan” bölümünde Madenci adlı bir gezginin masal tadında öyküleri yer alıyor. Madenci’nin gezginliği altında bir kaçış öyküsü yattığını hayal etmeden olmuyor, ama onun öyküsü bir kaçıştan kovalamacayı dönüşüyor: “’Sen aslında serüveni seviyorsun ama bir şeyden de kaçıyorsun,’ demişti. Yanılıyordu. ‘Yanılıyorsun,’ dedim, ‘ben kaçmıyor, kovalıyorum. Kaçan, sığınacak bir liman aradığı için teslimiyetçidir ve yaşamı ıskalar.’ Gözlerini kısıp yüzüme bakmıştı. ‘Yalnız kovalamıyor, arıyorsun da.’”

Kitap içindeki öyküler bazen konularıyla, bazen karakterleriyle bağlanıyorlar ama bunların hiç biri olmadığında kaçmak bağlayıcı düğümü oluşturuyor. Düşkaçıran tam da bu sayede roman tadında okunan bir kitap. Bir önceki öyküde yer alan bir söz, başka formda karşımıza çıktığında doğal çağrışımlara neden oluyor. Bir önceki öyküyü de adeta beraberinde getiriyor.

Hayvanlar

Öykülerin ortak imgelerinden biri de hayvanlar. Kavukçu neredeyse her öyküye farklı bir hayvan imgesi yerleştirmiş. Doç isimli bir köpeğin anlatıldığı öyküyü okurken yıllar önce okuduğum bir haiku geldi aklıma. Bir havuzda yüzen “neşeli” bir balığı anlatıyordu haiku. Aslında elbette neşeli olan balık değildi, onu izleyen insanın, kendi ruh halinin balıkta yansımasını görmesiydi. “Doç” öyküsünde de aynı neşeli balık gibi, kırgın ve yalnız sahibinin tüm ruh hallerini anlatan bir varlığa dönüşüyor köpek. Kavukçu’nun öykülerinde bir Zen ruhu bulmam, bu “Doç” öyküsüyle başladı. Onun karakterleri, yaşadıkları evlerle, çevredeki bitkilerle ve özellikle de hayvanlarla bütünleşen, kendi benliklerini başka varlıklarda tanıyan kişiler. “Horoz sesiyle uyandım. Ama asıl gürültüyü yapan kargalardı. Arka bahçede ve bahçenin dışındaki ağaçlarda gagalaşıp şakalaşıyor olmalıydılar. Sevinçliydiler, çünkü gece bitmişti.” Bir başka öyküde köpek “...uyuyormuş gibi yatıyor. Nasıl yorgun, nasıl küskün” ifadeleri yine hayvandan çok onu sahiplenen kişiyi tanımlıyorlar.

Yazarın hayvan-insan bütünleştirmesini en çok “Ürkek Böcek” ve “Gelintavuk” öykülerinde hissediyoruz, ama bütün öykülerdeki hayvan imgesinin önemini “Madenci” berraklaştırıyor. Bu öyküde her koyunun sahibi tarafından bilinmesi, yüzlerce koyun arasında her birinin tekliği konusunu işliyor yazar. “Köylülerden birine, ‘Bunlar birbirine karışmıyor mu?’ dedim. Yüzüme şaşkınlıkla baktı, ‘Niye karışsın ki?’ dedi. (...) Ama arada otlakta unutulan, kaybolanlar da oluyormuş. Onun da başına gelmiş. Bir akşam ağıla döndüklerinde bakmış, bir koyun eksik. ‘Her akşam sayarak mı ağıla sokarsın koyunları?’ dedim. ‘Yoo,’ dedi, ‘hiç saymam ki... onu göremedim. Göremeyince de eksik olduğunu anladım.’ Bu kez şaşırma sırası bendeydi, ‘Nasıl yani,’ dedim, ‘sen bütün koyunları tanır mısın?’ ‘Tanırım tabii, herkes koyunlarını tanır.’” Kavukçu’nun öykülerinde doğa ve hayvanların insanın yalnızlığının simgesi haline geliyorlar. “Boynuz Bıyıklı Baba” adlı öyküde güvercinler, “Düşkaçıran”da inekler, “Bir Yılbaşı Öyküsü”nde kirpiler, hep öykülerin en can alıcı motiflerinde yer alıyorlar.

Hayvanlardan çok söz ettik ama aslında Kavukçu’nun ana teması, başlıklardan da anlaşılacağı gibi kaçmak, kovalamak ve yakalanmak (belki bu sözcükler de av-avcı akla getirerek hayvan-insan ilişkisine bağlanabilir.) Kaçış, genelde insandan ve toplumdan kaçış; sığınılan yer, doğal ortamda hayvan ve yabani insanlar arasına gidiş; kaçılan kişi ise genelde bir kadın. Aslında belki sevilen ve özlenen ama aynı zamanda acı veren bir kadın. Öykülerde en çok hissedilen kahramanın yalnızlığı. Cemil Kavukçu’nun öyküleri okura çok şey yaşatan, çok şey düşündüren öyküler. Çizilen insan portreleri kırılgan ve çok inandırıcı. Tema altında toplanmış izlenimi verdiği için öykülerden özellikle hoşlandığımı söylemeliyim.

akafaoglu@yahoo.com

DÜŞKAÇIRAN

Cemil Kavukçu

Can Yayınları, 2011


(Bu yazı Radikal Gazetesi Kitap ekinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: