Merhaba! Bundan böyle, her ay Dünya Gazetesi Kitap ekinde buluşacağız. Sizlere sevdiğiniz ya da belki henüz tanımadığınız yazarların yeni çıkan kitaplarını tanıtmaya çalışacağım. Bu sayıda, Pınar Kür’ün uzun zamandır beklenen son romanından söz edeceğim.
Cinayet Fakültesi
Kendi yazılış hikâyesini içinde barındıran romanlar öteden beri hep hoşuma gitmiştir. Yazar bir yandan kurguladığı öyküsünü anlatırken, diğer yandan da, romana yukardan bir yerlerden bakar gibi, anlattığı öykü üzerine düşünceler üretir. Üst-kurgu dediğimiz bu teknik çağdaş yazarların sevdiği bir anlatım yöntemidir. Biz okurlar da, kendimizi yazarın zihnine girmiş gibi hissederiz.
Pınar Kür, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan yeni polisiye romanı “Cinayet Fakültesi”nde böylesi bir teknik kullanmış. Büyük bir kısmı özel bir üniversitenin kampusunda geçen roman, bir dizi cinayeti konu ediyor. Cinayetleri, eski günlerden tanışan, emekli matematik profesörü Emin Köklü ile emekli bir emniyet görevlisi birlikte çözmeye kalkıyorlar. İlk başlarda sadece gazetelerden takip ederek üzerine fikir yürüttükleri cinayetler, bir tanıdığın ailesini de içine katınca durum değişiyor. İki amatör dedektif, bir anda kendilerini Ege sahilindeki tembel emeklilik günlerinden kopmuş, İstanbul’da dedektifçilik oynarken buluyorlar.
“Oynar” diyorum çünkü ilk başlarda kendilerini pek ciddiye almıyorlar, hatta profesör bazı detaylara girildiğinde hemen sıkıldığını söylemekten çekinmiyor, ayrıca ilerleyen yaşları yüzünden de çabuk yoruluyorlar; fakat olayların içine daldıkça enerji bulduklarını ve heyecanlandıklarını görüyoruz.
Roman içinde Roman
Basit denilebilecek bu öyküyü Pınar Kür ustalıkla derinleştiriyor. Yalın bir anlatım yerine romanın yazarını da romana dâhil ederek farklı bir gerçeklik yaratıyor. Romanın Akın adlı yazarı da, roman kahramanımız matematik profesörü Emin Beyin eşi – ya da eski eşi. Yazar ile profesör arasında geçmiş kavgalara ve kızgınlıklara dayanan bir ilişki var, elbette bu durum komik bir ortam hazırlıyor Pınar Kür’e. Her şeyden önce, yazarın romana hükmedici gücü var, oysa roman kahramanı bu güce direnme gereği duyuyor ve bu yüzden aralarında çekişme yaşanıyor. Yazar ile kahraman özellikle romanın sonlarında konunun gidişatı üzerinde hem fikir olmadıklarında ise tipik bir karı-koca kavgasına şahit oluyoruz.
Burada komik olan roman kahramanının kendi varlığı ile ilgili şüpheleri: sadece karısının yazdığı bir romanın kahramanı mı? Yoksa roman dışında bir benliği de var mı?
Kuşkusuz bu sorular cinayetlerle doğrudan bağlantılı değil. Pınar Kür’ün, yarattığı üst kurgu sayesinde, romanla ama özellikle de polisiye romanla alay ettiğini görüyoruz. Birkaç kez roman kahramanı yazara – yani karısına -- katil diyor. Elbette bunu söylemekte çok haklı. Bir cinayet romanı yazarı sadece bir kurgu yaratmakla kalmaz, yarattığı bazı karakterleri de öldürür. Burada gerçekler ile romanın gerçekliği tam anlamıyla birbirlerine karışıyorlar.
Deus ex Machina
Antik tiyatrolarda sahne üzerine tanrıların inmesi gerektiğinde, eski Yunancada “mechane” denilen bir aygıt kullanılırdı. Bir tarafında ağırlık olan kaldıracın diğer tarafına oyuncu iplerle bağlanır, ağırlık yukarı kaldırıldıkça da oyuncu gökten sahnenin ortasına inmiş izlenimi yaratılırdı. Yüce güce sahip tanrılar için başka bir sahne girişi düşünülemezdi. Genelde de, tanrı ya da tanrıça oyunun sonuna doğru, hak yerini bulsun diye ortaya çıkardı. İsa’dan önce beşinci yüzyıl tiyatrosunda kullanılan bu kaldıraç daha sonra Romalı yazarlar tarafından da kullanıldı. Latince “Deus ex Machina” (makineden çıkan tanrı) deyimi buradan kaynaklanır.
Bugün edebiyat eleştirisinde sık kullanılan bir deyimdir. Yazar, romanın sonunda olağanüstü bir durum yaratarak çözümlemeyi seçtiğinde buna Deus ex machina denir. Bu durumda çözüm kurgu içinden değil, yazarın yardımına dışından gelmiştir.
“Cinayet Fakültesi” romanını Kür, Deus ex Machina ile sonlandırılmış. Onca cinayet, bilinmeyen aile bağları, eski sevgililer, uyuşturucu ticareti, vb… derken romanın bitmesine yirmi sayfa kala bilgisayarın içinde kaybolmuş eski dosyalar bulunur ve tüm karışıklıklar son bulur. Üstelik bu dosyaları roman kahramanı bulsun diye koyan kişi de romanın yazarı Akın’dır. Pınar Kür bilinçli olarak romanın sonunda Deus ex machina fikri ile oynamış: sadece romanın çözülmeyi bekleyen soruları açısından değil, ayrıca yazarın tanrıya yakın konumu hakkında da düşünmeye itmiş okuru.
Gizem
Polisiye romanlar okurun ilgisini, zihinlerde önce bir takım sorular uyandırıp sonra da bunların yanıtlarını geciktirerek sağlar. Sorular genelde iki türlüdür: ilk başta kimin yaptığını merak ederiz, daha sonra da neden yaptığını öğrenmek isteriz. Bazı romanlarda kimin yaptığını hemen kestirebiliriz (aklıma Umberto Eco’nun “Gülün Adı” romanı geliyor, katilin kim olduğu belli olduktan sonra da heyecan bitmedi, asıl merak edilen bunu neden yaptığıydı.) Polisiye romanlar içinde nedenselliğe dayananlar kuşkusuz daha ilginç olanlardır. Cinayet nedeni ne denli karmaşık ise, o denli zevk alırız romandan.
“Cinayet Fakültesi”nde de okur katilin kendisinden çok nedenini merak ediyor. Öldürülen insanların çok farklı sosyal ve kültürel sınıflardan geliyor olmaları, farklı yaşlarda ve farklı ortamların insanları olmaları, ortak bir neden üzerinde durmak gerektiğini daha romanın ilk sayfalarında hissettiriyor.
Pınar Kür gerilimi canlı tutmak için çeşitli yollar deniyor romanda. Beni en çok etkileyen şey, yanıtları hemen vermemesi oldu; roman kahramanlarının şaşkınlık duyduğu anlarda bu şaşkınlık nedenini hemen açıklamak yerine okurun merakını körükleyen kısa bir nefes arası vermesi oldu. Örneğin roman kahramanı odaya ansızın girdiğinde sevgilisinin yatağında biriyle karşılaşıyor, bu kişinin kim olduğunu Kür açıklamıyor, bu oyunu birkaç sayfa sürdürüyor. Fakat sakladığı kişinin kimliğini tahmin etmemiş için ipuçları da koymayı ihmal etmiyor. “Görüş çizgimin tam ortasında, yatakta istifini bozmadan serilmiş yatan ise, kapıyı açtığımdan birkaç saniye sonra bir dirseğine yaslanarak hafifçe doğrulan, göğsünü kapatmaya gerek görmeden gözümün içine baka baka arsızca sırıtan ise…”
Kim olduğunu bu satırlardan anlamıyoruz, fakat “göğsünü kapatmaya gerek görmeden” sözleri içimize şüphe düşmesine neden oluyor. Bir erkek neden göğsünü kapatmak gereği duysun sorusu aklımıza takılıyor. Yoksa yataktaki bir erkek değil mi? Soru iki sayfa sonra yanıtlanıyor ama o satıra gelene kadar gizemli kişinin kimliğini deşifre etmeye çalışmak roman içinde hızlı sürüklenmemize neden oluyor. Yazar ustalıklarının bu tür küçük oyunlarla kendini gösterdiğine inananlardanım. “Cinayet Fakültesi” özellikle kısa süreli gizemlerle okurun ilgisini kaybetmemesini sağlıyor.
Cinayet Fakültesi/ Pınar Kür / Everest Yayınları / 2006 / 290 sayfa.
Bu yazı Dünya Gazetesi Kitap ekinin Aralık sayısında yayımlanmıştır.
1 yorum:
You will love this update Google book Ngram and Waptrick
Yorum Gönder