D. H. LAWRENCE ve KADINLAR
D. H. Lawrence, Türk okurunun yakından tanıdığı romancılardan biri değildir. Bunun birinci nedeni, Lawrence’ın başının sansürle hep dertte olmasıdır. Uzun yıllar boyunca kendi ülkesinde eserleri yasaklanmış, kendisi de toplum dışına itilmiştir.
D. H. Lawrence, Türk okurunun yakından tanıdığı romancılardan biri değildir. Bunun birinci nedeni, Lawrence’ın başının sansürle hep dertte olmasıdır. Uzun yıllar boyunca kendi ülkesinde eserleri yasaklanmış, kendisi de toplum dışına itilmiştir.
Bazı yazarların toplum dışına itilmiş olma nedenleri sanatsal yetenekleriyle hiç de ilgili değildir; Lawrence da romanlarındaki kahramanları andıran hayat hikâyesiyle ve Viktoryen ahlaka aykırı duruşuyla kendini toplum dışına itilmiş bulmuştur.
D. H. Lawrence’ın hayatındaki ikilem, anne ve babasının arasındaki farklılıklarla başlar. Annesi eğitimli ve zarif bir öğretmen, babası ise ağır içki içen, kaba saba bir kömür madeni işçisidir. Çiftin arasındaki farklılık dördüncü çocukları David Herbert doğduğunda artık her ikisi için de çekilmez olmuştur. Lawrence ailesi bu yılları yoksulluk ve aile içi kavgalarla geçirir. Nottingham Lisesinde eğitim gören David Herbert, kazandığı bursla üniversite eğitimine devam etme şansı bulur.
Yüksek eğitim almasını özellikle annesi çok destekler fakat parasal sıkıntıları yüzünden aynı zamanda bir fabrikada çalışması ve ders vermesi gerekmektedir. Mezun olduktan sonra bir süre eğitmenlik kariyerine başlasa da, 1910’da annesinin ölümünden sonra bu işten vazgeçti. Annesinin ölümü onu derinden sarstı; ölüm döşeğindeki annesinin ölümüne yüksek dozda uyku ilacı vererek yardım etti.
Bu arada ilk şiirleri yayınlanmış ve beğenilmişti. 1911’de ilk romanı “Beyaz Tavus kuşu” yazarlığa ilk adımı oldu. Yazar olarak kendini henüz kanıtlamamıştı ama edebiyat çevrelerinin ilgisini çekmeyi başarıyordu. O aralarda evlerine gittiği Profesör Ernest Weekly’nin karısı Frieda’ya âşık oldu. Alman kökenli soylu bir aileden gelen Frieda von Richthofen de Lawrence’a âşık olmuştu; üç çocuğunu ve kocasını bırakıp birlikte Bavyera’ya kaçtılar.
Böylesi bir skandal, her ikisinin de hayatlarını sonsuza dek zorlaştırıyordu. İki yıl sonra ancak evlenebildiler. Fakat bu arada D. H. Lawrence, en önemli eserlerinden biri sayılan, kendi çocukluğundan izler taşıyan “Babalar ve Âşıklar” romanını yazmış ve sadece edebiyat çevrelerinin değil, çok daha genel bir okur kitlesinin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Evlendikleri halde Frieda da o da rahat değillerdi. Ülkelerine dönme konusunda kuşkuları vardı. Çok sık seyahatler yapıp, değişik ülkelerde yaşadıktan sonra Sicilya’da bir köy evi alıp oraya yerleştiler.
Bu arada Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş, tüm Avrupa birbirine girmişti. Alman köklerinden dolayı, Frieda’nın casusluk yaptığı söylentileri dolaşıyordu. Çift, pasaport da alamıyordu, tüm hükümetler tarafından reddedilmiş durumda zor bir hayat sürüyorlardı.
Bu yıllarda çok üretken olmasa da, “Âşık Kadınlar” ve “Gökkuşağı” gibi ünlü romanları yayınlanmıştı. Nietzsche’nin felsefesinden etkilendiğini gösteren romanlar ve makaleler yazdı ayrıca bu yıllarda. Psikanaliz ve bilinçaltı konularını da irdeliyordu; roman dışında alanlarda da eserler yazmayı seviyordu. Düşünceleri bazen çok katı ve toplumsal ahlaka karşı aşırı tepkiliydi; fakat bu tam da D. H. Lawrence’ı sonraki yıllarda benzersiz kılan özellikleriydi.
“Lady Chatterly’nin Sevgilisi” romanını yayınlayacak yayınevi bulmakta zorlanınca, 1928’de kendi yayınlamayı tercih etti. Varlıklı evli bir kadın ile kocasının topraklarında çalışan bir genç erkeğin aşkının anlatıldığı roman, İngiltere ve Amerika’da pornografik bulunarak yasaklandı.
Romanlarında hep kendi hayatından da izler bulmak mümkün oldu. Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan “Bakire ile Çingene” romanı da kendi hayatından bir kesit sunar adeta. Romanın açılış bölümü “Rahibin karısı meteliksiz bir gençle kaçınca, görülmedik bir skandal koptu. Yedi ve dokuz yaşlarında, iki küçük kızı varı. Ayrıca rahip öyle iyi bir kocaydı ki. Tamam, saçları kırlaşmıştı. Ama bıyığı kapkaraydı, yakışıklıydı; güzel ve dizginlenemez karısına hala, gizliden gizliye, büyük bir tutkuyla bağlıydı” sözleriyle başlar.
Roman, karısı evi terk ettikten sonraki yıllarda geçer. Kızların küçüğü on dokuz, büyüğü ise yirmi bir yaşındadır. Annelerine hakaret edilen bir ortamda büyümüş olmalarına rağmen, annelerine gizli bir hayranlık duyarlar. Evde babalarının yanı sıra, çekilmez bir babaanne ile hala da onlarla oturuyordur. Yaşlılık ve kasvet dolu evleri gibi, yaşadıkları kasabada da ilgilerini çeken pek bir şey yoktur. Buradaki insanlar gibi olmak istemezler ama öte yandan, anneleri ve onun gibi hayat yaşayanlar da kızlara yasaklanmıştır.
D. H. Lawrence “Bakire ile Çingene” romanında, her zaman en iyi anlattığı konuyu, kadının cinsel uyanışını dile getiriyor yine. Yaşadığı çağda kadının konumunu ve içinde bulunduğu kısıtlanmış hayatı çoğu yazardan daha iyi anlamış ve bunu ağır sansürlenme pahasına yazmıştır.
Lawrence bugünün okuyucusu için bile hala açık sözlü ve cesurdur. “Bakire ile Çingene”de de ailenin küçük kızı, aşk konusunda kafası karışmış Yvette’i anlatır. Yvette, cinsellik, aşk ve evlilik konularını öğrenmek ister; bir tarafta katı toplumsal düzen onu sıkar, diğer taraftan rahibin kızı olarak elinde tuttuğu saygınlığı kaybetmek istemez. Kasabanın tepelerinde kamp kuran Çingeneler arasında yakışıklı bir adamla karşılaştığında aklına ilk gelen şey, “işte benden daha güçlü bir erkek” olur. Çünkü etrafında ondan ilgi bekleyen sıradan gençler, belki babasına benzediklerinden, güçsüz ve yeterince erkeksi değildir.
Roman, Lawrence’ın diğer romanlarından tanıdığımız bir karşıtlık üzerine kurulu yine. Adını ancak romanın son satırlarında öğrendiğimiz Çingene, “özgür ruhu” temsil ediyor; Rahip ise toplumsal ahlakın kölesi olarak yaşayan küçük insanları temsil ediyor. Kendisini “tutucu bir anarşist” diye tanımlamaktan hoşlanan rahip, tam da yazarın tiksintiyle sözünü ettiği ikiyüzlülüğün örneği olarak sunuluyor romanda.
Roman çok sık başkaldırı temasına dönüyor. Gençlerin içlerinde patlamaya hazır isyan duygusuyla yaşadıklarını hissettiriyor. “Keşke ortada baş kaldıracak birkaç ‘katı kural’ olsaydı! (…) canlarının her istediğini yapmalarına izin verirdi. Ortada ne koparılacak bir pranga, ne eğlenecek bir demir parmaklık, ne de kırılacak bir asma kilit vardı. Yaşamlarının anahtarı, zaten kendi ellerindeydi. Ve anahtarlar miskince sallanıp durmaktaydı. Hapishane parmaklıklarını parçalamak, yaşamın keşfedilmemiş kapılarını açmaktan çok daha kolaydır.”
D. H. Lawrence insanın kendini esir kılan toplumsal ahlaka her zaman başkaldırmış biri olarak, romanlarında da bunu güçlü karakterlere yaptırmaktan zevk alır. Bunu yapamayanları ise sadece kınamakla kalmaz, zavallılıkla ve ağır hakaretlerle suçlar. “Bakire ile Çingene” özellikle yazarı daha önce okuma fırsatı bulmamış okur için mutlaka okunması gereken bir roman.
Bakire ile Çingene / D. H. Lawrence / çeviren: Püren Özgören / Turkuvaz yayınları / 108 sayfa.
Bakire ile Çingene / D. H. Lawrence / çeviren: Püren Özgören / Turkuvaz yayınları / 108 sayfa.
Resim: D.H. Lawrence ile karısı Frieda.
(Bu yazı Dünya gazetesi Kitap ekinin fuar 2008 sayısında yayınlanmıştır)
2 yorum:
iyi olmuş eline sağlık.yani benim için iyi oldu bu anlatı
emeğinize sağlık. çok sade ve bilgilendirici bir yazı olmuş
Yorum Gönder