KÜÇÜK ANILAR
José Saramago geçtiğimiz hafta seksen altı yaşına bastı. Yazarın çocukluk ve ilkgençlik anılarını anlattığı “Küçük Anılar” adlı kitabını tam da doğumgünü 16 Kasım’da okuyordum. Yirminci yüzyılın büyük bir kısmını yaşamış biri olarak, bir hayat içinde dünyanın o denli değiştiğine tanık olması bir an gözüme inanılmaz göründü. Aslında ailemde onunla yaşıt çok kişiden duyduklarımdan farklı değildi; hiçbir çağda çevre koşullarının, toplumsal alışkanlıkların, yaşam hızının bu denli şiddetli değişimine insanoğlunun tanık olmadığı gerçeği yine de sarsıcı geldi. Portekiz’in “yoksul ve ilkel” bir köyünde dünyaya gelen Saramago, emniyet görevlisi babası, okuma yazma bilmeyen annesi ile yüzyıl başında dünyanın herhangi bir yerinde de olağan sayılacak bir çocukluk geçiriyor.
Entelektüel Dürüstlük
Saramago, sayfalarca uzunlukta cümleler yazan, imla kurallarını esneten bir yazar olarak, edebi eserlerle ender yüzleşen okura zor görünen romanlar yazmıştır. Romanlarında yer alan çok sevdiği dilsel oyunlardan, yaşam öyküsünü anlatırken özellikle uzak durmuş. Bunun ilk görünen nedeni kuşkusuz daha geniş bir kitle tarafından okunmak ve anlaşılmak arzusu; ancak bununla birlikte bir ikinci neden daha geliyor akla, yazarın arzuladığı entelektüel dürüstlük dilsel oyunlar arasında kaybolabilir, hatta yanlış anlaşılmasına neden olabilirdi. Bu yüzden çok sade bir anlatım tercih etmiş Saramago. Hiçbir süsleme yapmadan, alegoriden uzak, dolaysız bir anlatım hüküm sürüyor tüm kitap boyunca.
İnsan zihni, anılar söz konusu olduğunda oyun oynamaya meyillidir. Yıllar önce yaşanmış bir olayı yaşadığımız için mi yoksa bize anlatıldığı için mi iyi anımsarız bilmek zordur. Ayrıca bazen olaylardan çok geride kalan izlenimi hatırlarız. Genelde çok küçük yaşlardan hatırladığımızı sandığımız olaylar, yıllar içinde evde sürekli anlatıldığından zihnimizde yer etmiştir. Saramago anılarındaki gerçeklere ulaşmak için büyük bir gayret sarf ediyor. Neredeyse anılarını temizleyerek, ona anlatılanlarla kendi gerçeklerini ayırarak zihninde netleştirmeye çalışıyor. Aslında kitap yazarın çocukluğunu netleştirme sürecini de kapsıyor. Örneğin 27. sayfada anlattığı bir anısının hatalı olduğunu anlatı sırasında fark edip 63. sayfada düzeltiyor.
Kitabın, bundan da anlaşılacağı gibi, sistematik bir yapısı yok. Anılar zihne düştükçe, birbirini çağrıştırdıkça dile getiriliyor. İlk cinsel uyanış, ilk aşağılanış, ilk övünç, kızgınlıklar, çocuksu kavgalar, suçluluk duygusu, bunların hepsini hiçbir şey saklamadan, içtenlikle anlatıyor. İçtenlik ve entelektüel dürüstlük bu kitabı benzerlerinin çok üstünde bir yere koymamızı sağlıyor. Dürüst olmaya özellikle aşırı dikkat ettiği görülüyor yazarın, bunun nedeni sadece kendini anlamak ve rahatlatmak değil, çoktan ölmüş olan aile fertlerinin anısını gerçek kılmak gibi bir görev veriyor kendine. Hiç tanımadığı üç yaşında ölen ağabeyine ve çocukluğu boyunca oynadığı ve boğuştuğu genç yaşta ölen kuzenine, onların hiç unutulmayacakları bir armağan sunuyor sanki. Armağanın içinde övgüye ya da iltifata yer yok, sadece gerçekler anlatılıyor.
Çocuğun Mistik Sezgileri
“Küçük Anılar,” sadece ünlü bir yazarın olağan sayılacak çocukluğunu anlatmakla kalmıyor, Saramago her çocuğun zihninde yer alan sezgilerin gücünü de eşsiz örneklerle ortaya koyuyor. Yedi yaşlarındayken bir köpeğin saldırısına uğradığında “aslında ikimiz de birbirimizden korkmuştuk, olan buydu. Geri kalanıyla son derece sıradan olan bu öykünün en şaşırtıcı yanı, ben daha kapının dışındayken, köpeğin, yani tam olarak o köpeğin, gırtlağıma atılmak üzerine beni orada beklediğini biliyor olmamdı… Bunu biliyordum, nasıl olduğunu bana sormayın, ama bunu biliyordum…” Kitabın başka bölümlerinde de çocuksu sezgilerinin onu nasıl doğru yönlendirdiğini görüyoruz. Saflık, bir yandan da sezgilerdeki saflığı getiriyor beraberinde. Belki de her çocukta var bu sezgiler, ama yıllar içinde, eğitim ve çevre etkisiyle bu özellik kaybediliyor, yerine mantık ve alışkanlıklar geliyor.
Çocuk büyürken, dünya da büyük bir hızla değişiyor. Çok küçük yaştayken, anneannesine biraz gezmeye gideceğini söylediğinde anneannesi hiç tereddüt etmeden gitmesini söylüyor “ama bana dikkatli olmamı tembihlemiyor. O zamanlar büyüklerin kendi baktıkları küçüklere daha fazla güvenleri vardı” diye açıklıyor çağını yazar. Fakat belki de anneannesi çocuğa güvenmiyordu sadece, dünyaya da güveniyordu. Dünya kuşkusuz daha güvenliydi Portekiz’in bu köyü açısından bakıldığında.
Zaman da ağır akar o yıllarda, “(b)ugünün çocukları bunu nasıl kavrayacaklardır bilemiyorum ama, o uzak dönemlerde, bizim gibi çocuklar için zaman, hepsi de bitmek bilmez bir şekilde ağır ağır sürüklenen özel birtakım saatlerden oluşuyor gibiydi.” Saatlerce elinde olta balık beklediğinde ya da suyun mutlak sessizliği içine gömüldüğünde, sanki bize dondurulmuş zaman dilimleri anlatır yazar. Ahlak da değişmiştir geçen yıllar içinde: ev döşemeleri arasında vicdanın sesi olarak duyduğu sesleri de duymaz artık, “dünyada ne haltlar olup bitti de öylesine ortadan kayboluverdi bilemiyorum, çünkü yetmiş yıldan fazla oluyor, ne onun sesini duyuyorum ne de ondan söz edebilecek birine rastladım.” Değişen eski inançlarla birlikte aslında en önemlisi Saramago’nun da vurguladığı gibi her bireyin sahip olduğu suçluluk duygusunun değişmesiydi.
“Küçük Anılar”ı José Saramago, yaklaşık iki yıl kadar önce kaleme almış. Anlattığı günlerden ortalama yetmiş yıl sonra. Bir insanı, seksenli yaşlarında böylesine bir berraklıkla çocukluk yıllarına götüren, pürüzsüz bir dille o yılları aktarmasına neden olan şey kitabın bir yerinde “şimdi madalyonu çevirip öbür yüzünü gösterecek cesareti bulmam gerekiyor” sözlerinde yatıyor. Gerçekten de inanılmaz bir cesaretle ve sağduyuyla, hiçbir şeyi gizlemeden, tüm açıklığıyla anlatıyor. Bu kitabı okurken, başyapıtlarla diğer kitapları ayıran özellik üzerinde düşünmeden edemedim: Bu hiç kuşkusuz yazarın entelektüel dürüstlüğü. Kendini ne denli hırpaladığı önemsiz kalıyor gerçekler karşısında. Romanlarında kimlik sorunuyla çok ilgilenen Saramago, kendi yaşam öyküsünü de kimlik oluşumu süreci olarak anlatıyor.
“Küçük Anılar” okurun zihninde iz bırakacak türden bir başyapıt. Kusursuz bir çeviri olması, kitaptan alınan zevki çoğaltıyor. Bu küçücük kitabın – sadece 79 sayfası metinden oluşuyor, gerisi yazarın aile fotoğrafları – tek kusuru çok küçük puntoyla basılmış olması.
Son bir söz daha: bir gün doksan yaşındaki anneannesi, evin kapısı önünde oturmuş, yıldızlı, uçsuz bucaksız geceyi seyrederken “Dünya öyle güzel, öleceğime öyle yanıyorum ki” der. Kitap boyunca kendinden pesimist biri olarak söz eden Saramago, kitabı yine de optimist bir tonda bitirmeyi başarıyor.
KÜÇÜK ANILAR José Saramago, çeviren: İnci Kut, Can Yayınları, 2008, 9.- Ytl.
José Saramago geçtiğimiz hafta seksen altı yaşına bastı. Yazarın çocukluk ve ilkgençlik anılarını anlattığı “Küçük Anılar” adlı kitabını tam da doğumgünü 16 Kasım’da okuyordum. Yirminci yüzyılın büyük bir kısmını yaşamış biri olarak, bir hayat içinde dünyanın o denli değiştiğine tanık olması bir an gözüme inanılmaz göründü. Aslında ailemde onunla yaşıt çok kişiden duyduklarımdan farklı değildi; hiçbir çağda çevre koşullarının, toplumsal alışkanlıkların, yaşam hızının bu denli şiddetli değişimine insanoğlunun tanık olmadığı gerçeği yine de sarsıcı geldi. Portekiz’in “yoksul ve ilkel” bir köyünde dünyaya gelen Saramago, emniyet görevlisi babası, okuma yazma bilmeyen annesi ile yüzyıl başında dünyanın herhangi bir yerinde de olağan sayılacak bir çocukluk geçiriyor.
Entelektüel Dürüstlük
Saramago, sayfalarca uzunlukta cümleler yazan, imla kurallarını esneten bir yazar olarak, edebi eserlerle ender yüzleşen okura zor görünen romanlar yazmıştır. Romanlarında yer alan çok sevdiği dilsel oyunlardan, yaşam öyküsünü anlatırken özellikle uzak durmuş. Bunun ilk görünen nedeni kuşkusuz daha geniş bir kitle tarafından okunmak ve anlaşılmak arzusu; ancak bununla birlikte bir ikinci neden daha geliyor akla, yazarın arzuladığı entelektüel dürüstlük dilsel oyunlar arasında kaybolabilir, hatta yanlış anlaşılmasına neden olabilirdi. Bu yüzden çok sade bir anlatım tercih etmiş Saramago. Hiçbir süsleme yapmadan, alegoriden uzak, dolaysız bir anlatım hüküm sürüyor tüm kitap boyunca.
İnsan zihni, anılar söz konusu olduğunda oyun oynamaya meyillidir. Yıllar önce yaşanmış bir olayı yaşadığımız için mi yoksa bize anlatıldığı için mi iyi anımsarız bilmek zordur. Ayrıca bazen olaylardan çok geride kalan izlenimi hatırlarız. Genelde çok küçük yaşlardan hatırladığımızı sandığımız olaylar, yıllar içinde evde sürekli anlatıldığından zihnimizde yer etmiştir. Saramago anılarındaki gerçeklere ulaşmak için büyük bir gayret sarf ediyor. Neredeyse anılarını temizleyerek, ona anlatılanlarla kendi gerçeklerini ayırarak zihninde netleştirmeye çalışıyor. Aslında kitap yazarın çocukluğunu netleştirme sürecini de kapsıyor. Örneğin 27. sayfada anlattığı bir anısının hatalı olduğunu anlatı sırasında fark edip 63. sayfada düzeltiyor.
Kitabın, bundan da anlaşılacağı gibi, sistematik bir yapısı yok. Anılar zihne düştükçe, birbirini çağrıştırdıkça dile getiriliyor. İlk cinsel uyanış, ilk aşağılanış, ilk övünç, kızgınlıklar, çocuksu kavgalar, suçluluk duygusu, bunların hepsini hiçbir şey saklamadan, içtenlikle anlatıyor. İçtenlik ve entelektüel dürüstlük bu kitabı benzerlerinin çok üstünde bir yere koymamızı sağlıyor. Dürüst olmaya özellikle aşırı dikkat ettiği görülüyor yazarın, bunun nedeni sadece kendini anlamak ve rahatlatmak değil, çoktan ölmüş olan aile fertlerinin anısını gerçek kılmak gibi bir görev veriyor kendine. Hiç tanımadığı üç yaşında ölen ağabeyine ve çocukluğu boyunca oynadığı ve boğuştuğu genç yaşta ölen kuzenine, onların hiç unutulmayacakları bir armağan sunuyor sanki. Armağanın içinde övgüye ya da iltifata yer yok, sadece gerçekler anlatılıyor.
Çocuğun Mistik Sezgileri
“Küçük Anılar,” sadece ünlü bir yazarın olağan sayılacak çocukluğunu anlatmakla kalmıyor, Saramago her çocuğun zihninde yer alan sezgilerin gücünü de eşsiz örneklerle ortaya koyuyor. Yedi yaşlarındayken bir köpeğin saldırısına uğradığında “aslında ikimiz de birbirimizden korkmuştuk, olan buydu. Geri kalanıyla son derece sıradan olan bu öykünün en şaşırtıcı yanı, ben daha kapının dışındayken, köpeğin, yani tam olarak o köpeğin, gırtlağıma atılmak üzerine beni orada beklediğini biliyor olmamdı… Bunu biliyordum, nasıl olduğunu bana sormayın, ama bunu biliyordum…” Kitabın başka bölümlerinde de çocuksu sezgilerinin onu nasıl doğru yönlendirdiğini görüyoruz. Saflık, bir yandan da sezgilerdeki saflığı getiriyor beraberinde. Belki de her çocukta var bu sezgiler, ama yıllar içinde, eğitim ve çevre etkisiyle bu özellik kaybediliyor, yerine mantık ve alışkanlıklar geliyor.
Çocuk büyürken, dünya da büyük bir hızla değişiyor. Çok küçük yaştayken, anneannesine biraz gezmeye gideceğini söylediğinde anneannesi hiç tereddüt etmeden gitmesini söylüyor “ama bana dikkatli olmamı tembihlemiyor. O zamanlar büyüklerin kendi baktıkları küçüklere daha fazla güvenleri vardı” diye açıklıyor çağını yazar. Fakat belki de anneannesi çocuğa güvenmiyordu sadece, dünyaya da güveniyordu. Dünya kuşkusuz daha güvenliydi Portekiz’in bu köyü açısından bakıldığında.
Zaman da ağır akar o yıllarda, “(b)ugünün çocukları bunu nasıl kavrayacaklardır bilemiyorum ama, o uzak dönemlerde, bizim gibi çocuklar için zaman, hepsi de bitmek bilmez bir şekilde ağır ağır sürüklenen özel birtakım saatlerden oluşuyor gibiydi.” Saatlerce elinde olta balık beklediğinde ya da suyun mutlak sessizliği içine gömüldüğünde, sanki bize dondurulmuş zaman dilimleri anlatır yazar. Ahlak da değişmiştir geçen yıllar içinde: ev döşemeleri arasında vicdanın sesi olarak duyduğu sesleri de duymaz artık, “dünyada ne haltlar olup bitti de öylesine ortadan kayboluverdi bilemiyorum, çünkü yetmiş yıldan fazla oluyor, ne onun sesini duyuyorum ne de ondan söz edebilecek birine rastladım.” Değişen eski inançlarla birlikte aslında en önemlisi Saramago’nun da vurguladığı gibi her bireyin sahip olduğu suçluluk duygusunun değişmesiydi.
“Küçük Anılar”ı José Saramago, yaklaşık iki yıl kadar önce kaleme almış. Anlattığı günlerden ortalama yetmiş yıl sonra. Bir insanı, seksenli yaşlarında böylesine bir berraklıkla çocukluk yıllarına götüren, pürüzsüz bir dille o yılları aktarmasına neden olan şey kitabın bir yerinde “şimdi madalyonu çevirip öbür yüzünü gösterecek cesareti bulmam gerekiyor” sözlerinde yatıyor. Gerçekten de inanılmaz bir cesaretle ve sağduyuyla, hiçbir şeyi gizlemeden, tüm açıklığıyla anlatıyor. Bu kitabı okurken, başyapıtlarla diğer kitapları ayıran özellik üzerinde düşünmeden edemedim: Bu hiç kuşkusuz yazarın entelektüel dürüstlüğü. Kendini ne denli hırpaladığı önemsiz kalıyor gerçekler karşısında. Romanlarında kimlik sorunuyla çok ilgilenen Saramago, kendi yaşam öyküsünü de kimlik oluşumu süreci olarak anlatıyor.
“Küçük Anılar” okurun zihninde iz bırakacak türden bir başyapıt. Kusursuz bir çeviri olması, kitaptan alınan zevki çoğaltıyor. Bu küçücük kitabın – sadece 79 sayfası metinden oluşuyor, gerisi yazarın aile fotoğrafları – tek kusuru çok küçük puntoyla basılmış olması.
Son bir söz daha: bir gün doksan yaşındaki anneannesi, evin kapısı önünde oturmuş, yıldızlı, uçsuz bucaksız geceyi seyrederken “Dünya öyle güzel, öleceğime öyle yanıyorum ki” der. Kitap boyunca kendinden pesimist biri olarak söz eden Saramago, kitabı yine de optimist bir tonda bitirmeyi başarıyor.
KÜÇÜK ANILAR José Saramago, çeviren: İnci Kut, Can Yayınları, 2008, 9.- Ytl.
2 yorum:
saramago ile gec tanistim. her cumlesinde insana heyecan veren yazarlardan. her ne kadar daha once neden okumamışım diye hayıflansam da, içten içe pastasını yemeyi sonraya bırakmış bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. çünkü önümde güzel saramago kitapları var. şimdi ricardo reisin öldüğü yılı okuyorum. biyografileri genelde en sona bırakırım. sizin yorumunuzu okuduktan sonra onun da çok keyifli olacağını anladım. emeğinize sağlık. sevgiler...
harika teşekkürler
Yorum Gönder