28 Ocak 2009

UPDIKE ve BEN


Bu sabah öğrendim John Updike’in dün öldüğünü. Ruhuma en yakın yazar olmuştu 30’lu yaşlarımda. Ünlüleri sevmeyen ve pek ilgi göstermeyen biri olmama rağmen, hayatta bir tek Updike ile tanışmak istemiştim hep. Uzun uçak yolculuklarında nedense hep onun yanıma gelip oturmasını beklerdim. Hiç konuşmadan, yerkürenin üzerlerinde bir yerlerde, havada asılmış, yan yana, oturur olmaktı fantezim. Kim olduğunu bildiğimi, ruhunu tanıdığımı sadece hissetsin isterdim. Alev alev yanan bir şeyin ısısının etrafa yayılması gibi, içimdeki fanteziyi hissedeceğini, sessizce aynı düşü kuracağını bilirdim.
Onun “S.” romanını Türkçeye çevirirken, bir yazarı / bir sanatçıyı en içinde hissedebileceğin türden, onu içimde hissetmiştim. Onun her sözcüğünün anlamı vardı benim için. Bir yazarla bu netliğe ulaşmak zordur oysa onun her kurgusu, her tümcesi, tam olması gerektiği gibi gelmiştir bana. Sonradan okuduğumda “S”in kötü bir çeviri olduğunu fark ettim, hiç hayal ettiğim gibi çevirememiştim ama çeviri sürecinde sözcükler arasında yazarla kurduğum yakınlık benim için eşsizdi. Bir daha hiçbir yazarla bunu yaşamadım. S., benim içime girmiş beni tanımış, beni anlatıyordu. Aklı karışan bir kadın, toplumda, ailesinde yerini bulmaya çalışan, kendini herkesin tanımladığı gibi değil, kendi olduğu gibi görmeyi arzulayan ama buna ulaşmak için ne yapması gerektiğini bilmeyen bir kadın. “S”yi, kazadan ve hastanelerde bir sene geçirdikten sonra okumuştum. Kendimi yeniden tanıma gereği duyduğum günlerdi. Her şeyini belirlediğim, geleceğini planladığım hayatım kazık atmıştı; artık yollarımız ayrılmıştı, kendime yeni bir yol bulmam gerekiyordu. S’den fazlası bekliyordu beni, sadece yeni bir cinsellik, yeni bir hayat değil, yeni bir form da söz konusuydu.
Bunca ağırlık altında en iyi gelen şey, her zaman Updike’in en iyi yaptığı şey, beni gülümsetmekti. Aslında acı değildi yaşam. Hatta öylesine komik ve saçmaydı ki, ciddiye aldığın anda asıl sen saçma oluyordun.
“S”nin ilk sayfalarında S., uçağa binmiş, evinden ve kocasından kaçar. Bir okyanustan diğerine uzayan yolculuğunda, altında dikdörtgen tarlalar uzadıkça, o da evinden uzaklaşır. Uçak otomatik pilotun devreye girmesiyle havaya demirlenmiş gibidir, işini bitiren hosteslerde ortalıkta görünmezler. Updike havada asılmış bu anın ne denli erotik olduğu bilen bir yazardır. Belki bu yüzden ben de onu hep uçakta istemişimdir yanımda.

Hiç yorum yok: