09 Haziran 2010

Atiq Rahimi "Sabır Taşı"


SABIR TAŞI

Bazı kültürlerin edebiyatı dilimize çevrilmediği için tanıma fırsatı bulamayız. Çeviri eserlerin büyük bir bölümü Batı dillerinden olduğundan, bizler bir Afgan ya da Rus yazarı ancak Fransızca ya da İngilizce yazdığında ya da Batıda saygın edebiyat ödüllerine değer görüldüklerinde tanırız. Atiq Rahimi de bu yazarlardan. Afgan asıllı yazar, anadili Farsça’da yazdığı üç roman sonrasında, dördüncü romanı “Sabır Taşı”nı Fransızca yazmış ve 2008’de Fransa’nın en büyük edebiyat ödüllerinden biri sayılan Goncourt ödülünü kazanmış. “Sabır Taşı,” aynı zamanda sinema yönetmeni ve senarist olan yazarın dilimize çevrilen ilk eseri.

Atiq Rahimi’nin “Sabır Taşı” Afganistan’da savaşın ortasında bir evin tek bir odası içinde geçiyor. Tüm roman sadece bu odaya girenlerin görüldüğü ve duyulduğu bir tiyatro sahnesi sanki. Sahnede bir tek kadın, tek başına yerdeki döşekte yatan serum bağlı, bitkisel hayattaki kocasının başında tespih çekiyor. Molla, Allah’ın doksan dokuz adını tespihle çekerse kocasının iyileşeceğini söylediği için kocasının nefes hırıltısının ritminde, her gün Allah’ın bir adını zikrederek dua ediyor. Bulundukları odada döşeği ayıran perdeden başka, duvarda bir hançer ile kocasının resmi asılı. Sahne arkasından ise ağlayan çocukların, bombalanan şehrin sesleri duyuluyor.

Bilincini yitirmiş kocasının başında kadın, hayatında ilk kez bir özgürlük tadıyor ve tüm düşüncelerini, arzularını, korkularını ve en karanlık sırlarını kocasına anlatmaya başlıyor. Savaş kadının hayatına acı ile birlikte garip bir özgürlük de getiriyor. Hayatı boyunca bedenine sahip olan kocası yerine bu sefer kocasının bedeninin mutlak hakimiyeti kadının elinde. “Etini sakla!” diye bağıran kocası şimdi yanında bir et yığını olarak yatıyor. Kadın, kısa zamanda anlattıklarının onu rahatlattığını fark ediyor “...hasta düştüğünden beri, yani seninle konuşmaya, sana sinirlenmeye, sana hakaret etmeye, yüreğimde sakladığım her şeyi sana anlatmaya başladığım ve senin bana hiçbir yanıt veremediğin, bana hiçbir şey yapamadığın günden beri... tüm bunların beni rahatlattığını, yatıştırdığını anladım. Yani, her an sillesini yediğimiz bahtsızlığımıza rağmen kendimi rahatlamış, özgürleşmiş hissediyorsam... sırlarım sayesinde bu, senin sayende.”

Kadın konuştukça toplumdaki ikiyüzlülüğün intikamını almaya başlıyor. “Gırtlağımdan çıkan ses, binlerce yılın sesi” derken sadece kendini değil, binlerce yıldır konuşması, kendini ifade etmesi yasaklanmış kadınlar adına konuştuğunu fark ediyor. Anlattıkları normalde anlatmasına izin verilmeyen şeyler. On yıldır evli olduğu halde dudaklarından hiç öpmediği kocasına ilk kez nasıl sevişmek istediğini anlatıyor olması, kadının bedenini buluş öyküsüne dönüşüyor. Bedeni üzerindeki erkek egemenliği kalkınca, yavaş yavaş kendini bulmaya başlıyor. Kocası ise tüm çıplaklığıyla söylenen bu sözlere hiç tepki vermeden yatıyor döşeğinde. Bir sabır taşı gibi: “Sana her şeyi anlatacağım seng-i sabur’um, her şeyi. Acılarımdan, mutsuzluklarımdan kurtulana dek...”

Bir Tiyatro Sahnesi

“Sabır Taşı” roman biçemi olarak daha önce karşılaşmadığım son derece özgün bir yapıya sahip. Bütün roman boyunca bir tek mekanın kullanılıyor olması, okuru bir tiyatro sahnesini izliyor havasına sokuyor. Ayrıca sahne üzerinde anlatılanlar coğrafyadan ve kişiselleştirmeden arındırılmış olduğu için ne kahramanların ne de yerlerin adları var. Odanın (ya da sahnenin) gerisinden duyulan savaş sesleri adeta sahne arkasından duyulan sesler etkisi yaratıyor. Sesler yaklaştıkça, tehdit artıyor. Okur tüm roman boyunca bir izleyici gibi, edilgen kılınıyor. Sahne üzerinde seyrettiği kadının acısına şahit oluyor. Tiyatro sahnesine bir başka gönderme de, odanın duvarında asılı duran hançer. Anton Çehov’un “oyunun başında duvarda asılı bir tüfek varsa, oyunun sonunda bu tüfek mutlaka patlamalıdır” teorisine uyarak, dikkat çekilen ya da göze batan tüm simgeler tiyatro geleneğine uygun şekilde gerçekleşiyor.

Ayrıca kadın, garip bir yalnızlık içinde. Sanki dünyanın sonu gelmiş, önemli herkes gitmiş ve geride ancak kurtarmaya değer bulunmayanlar bırakılmış gibi. Tek oyuncunun performansı olarak düşünülebilir roman, kadın hem romanın hem de tüm kurgunun merkezinde yer alıyor. Onun hayat hikayesi, onun arzuları ve en çok da onun bastırılmış kadınlığı dile geliyor.

Anlamını Yitiren Bir Savaş

Atiq Rahimi daha önceki eserlerinde ülkesindeki Sovyet istilasını, Afgan mücahitlerin direnişini anlatmıştı, bu romanında anlamını yitirmiş bir kavgaya dönüşmüş olan savaşı anlatıyor. İlk başlarda savaşan mücahitlerle nasıl gurur duyulduğunu, onlardan kahraman olarak söz edildiğini, özgürlük savaşının bitişini heyecanla beklediklerini anlatıyor fakat ardından toplumun, ailelelerin (burada özellikle kocasının babasının) hayalkırıklığını dile getiriyor. “Baban özgürlük için savaştığın için seninle gurur duyuyordu. Bana özgürlükten söz ediyordu. Senden ve kardeşlerinden nefret etmeye özgürlüğün kazanılmasından sonra başladı, sizler artık sadece iktidar uğruna savaşmaya başladığınızda.”

Öyle ki artık kimin kiminle savaştığının da bilinmediği bir dünya anlatıyor Rahimi. Evini basan askerler “Hangi taraftansın?” diye sorduğunda, kadın “sanırım sizin taraftan” diye yanıtlıyor. Savaştan o denli kopuk ki, kimin ne taraf olduğunu bilecek halde değil. Kadın kendi hayat savaşını veriyor, kendini bulma savaşına çocuklarının can güvenliğini sağlamak eklenince, gerisinin önemli kalmıyor. Savaş konusundaki anlamsızlık romanın her satırında kendini hissettiriyor. Kimsenin kahraman olmadığı bir savaş süregidiyor, kahraman olarak ilk savaşa katılan kocasının beyinden vuruluş nedeni de savaşla ilgili değil, silah arkadaşıyla tutuştuğu bir kavgada yaralanıyor. Bir hiç için yaralandığı çok kereler tekrarlanıyor.

Bir romanı yorumlarken iki ana yol izlenir genelde. Birincisi eserdeki kültürel ve kişisel bağlantılar, ikincisi ise evrensel insanlık halleridir. Rahimi’nin romanı bu iki yol arasında kararlı bir dengede oturuyor. Kişisel göndermeler bir çoklukla verilirken, dünyanın neresinden olursa olsun, her insanın temel duyarlılıklarını yansıtan tarafı da sadelikle veriliyor. Kendini anlatan kadın, babasıyla, kocasıyla kayınpederiyle, çocuklarıyla, evini basan asker çocukla, hep farklı ilişkiler kuruyor, bunlar romandaki çokluğu, farklı katmanları yansıtıyor. Öte yandan anlattıklarını içten ve sade bir dille yaptığından, kadını özüyle tanıma fırsatı veriyor okura.

“Sabır Taşı” tüm okurlara tavsiye edeceğim bir roman. Çevirisi de çok başarılı fakat çevirmenin notu olarak verilen birkaç dipnotu gereksiz bulduğumu da ekleyeyim. Kurgu hatalarını çevirmenin dipnotla vermesi alışılmadık bir durumdur, bir bakıma metne müdahale olarak görülebilir. Oysa bu tutarsızlıklar (tespih çekişlerin sayısı, anlatılan yıllardaki tutarsızlık) okur tarafından zaten anlaşılır, bunlardan metnin içinde söz etmek çok yersiz bence. Yine de mutlaka mutlaka (iki kere) okunması gereken bir roman “Sabır Taşı.”

SABIR TAŞI / Atiq Rahimi / Can yayınları

4 yorum:

Sabahattin Gencal dedi ki...

Yaşamın her alanından seçtiğim yazıları, yazarlarının izniyle "Bloglardan Seçmeler" adlı sitemde yayınlıyorum.
İzniniz olursa sizin çalışmalarınızdan seçtiklerimi de, kaynak göstererek yayınlamak istiyorum.
İyi günler dileğiyle.
Sabahattin Gencal

Asuman Kafaoğlu-Büke dedi ki...

kaynak göstererek yayımlayabilirsiniz.
teşekkürler.

Sabahattin Gencal dedi ki...

İzniniz üzerine bir yazınız "Bloglardan seçmeler"de yayınlandı. İyi günler dileğiyle.

Sabahattin Gencal dedi ki...

“Bloglardan Seçmeler” sitesinin daha etkili ve yararlı olabilmesi için görüş ve önerilerinizi bekliyorum.
İyi günler dileğiyle.
Sabahattin Gencal