20 Aralık 2010

Can Eryümlü "Elif! Elif!"

ELİF! ELİF!

İzmirli bir adam, bir sabah yarı uyanık rüyalarına devam eder. Karısı kendinden önce kalkmış, kahvaltı hazırlıyor belki de gazete okuyordur. Adam ise rüyasında aşk tanrıçası Afrodit ile sevişmektedir. Aslında herşey sıradan bir gün gibi başlar. Adının Engin olduğunu öğrendiğimiz adam antikacıdır, çok sevdiğini anladığımız karısı Elif ile iki yıl kadar önce evlenmiştir. Herşey, bir adamın antikacı dükkanına girip değersiz bir kutuyu almasıyla başlar. Engin kutuyu gerçek değerinin çok üstünde bir fiyata sattığı için, müşteriyi aldattığı düşüncesi bütün gün içini kemirir. Sonunda müşteriden aldığı paranın bir kısmını iade etmek üzere adamın ofisine gider fakat Engin’in bu dürüst davranışından etkilenen adam, ona borçlu olmadığını söyler. Adam da dürüst olmaya karar vererek, kutudan çıkan bir avuç elması Engin’in önüne masaya yayar.

Bu noktadan sonra Engin’in hayatı başka bir gerçeklik dünyası içinde devam eder. Mutfakta bir arkadaşıyla sohbet eden karısı onu görmez, duymaz, hissetmez; artık karısı Elif ile aynı dünyayı paylaşmıyorlardır. Aklına gelen ilk düşünce, öldüğü ve hayaletinin dünyada kaldığı olur. Bir başka düşünce, karısının ölmüş olabileceğidir. Ancak, kısa zamanda, Elif ile Engin’i ayıranın ölüm olmadığı anlaşılır. Farklı zaman dilimlerinde, birbiriyle iletişim kuramayan iki paralel dünyada hapis kalmışlardır. Telefonla aradığında Elif’in sesini duyar ama ona kendi sesini duyuramaz. Elif de aynı şekilde Engin’e ulaşamaz. Buna rağmen her ikisi de İzmir’deki günlük hayatlarından kopmuş, yeni hayatlara sürüklenmeye başlamışlardır.

Can Eryümlü’nün yeni romanı “Elif! Elif!” bu heyecanlı tempoyla başlar. Roman, iki ayrı zaman diliminde, birbirinden kopuk görünen iki konu çevresinde dönüşümlü olarak akar. Engin ve Elif ayrı yolculuklara çıkarlar -- arayış ya da iç yolculuk da denilebilir -- ve yolculuk tamamladığında bir noktada buluşacaklarının sinyalini verirler. İlginç olan, ne Engin ne de Elif yola kendi isteğiyle çıkar, adeta olayların akışı içinde sürüklenirler. Engin zengin bir kadının ultra lüks teknesinde, Elif ise Harran’da bilge bir kadının evinde başlar yolculuğa. Roman bu içiçe geçen iki yolculuğu anlatırken okuru da zaman içinde yolculuğa çıkarır. Mitolojiden, efsanelerden, tanınmış kahramanlardan öyküler sunar. Bazıları eski çağların ve insanoğlunun en eski inançlarının hikayeleridir, bazıları da şatafatlı yüksek sosyeteye ait. Bir bakarsınız, cep telefonları, gösterişli yatlar, pahalı lokantalar, içkiler antik çağların öykülerine sızmış, ya da bazen tam tersi gerçekleşerek, tanrıçalar, mitolojik kahramanlar bugüne gelmişler.

Can Eryümlü’nün “Zamanın Bittiği Yer” ve “Ben, Zaman Tanrısı” romanlarını okumuş olanların tanıdığı lezzetler “Elif! Elif!”de de benzer şekilde yer alıyor. Herşeyin rüya olabileceği ya da her rüyanın gerçek olabileceği bir öykü kuruyor Eryümlü yine. İlk başta kişisel bir yolculuk olarak görünen Engin ve Elif’in yolları, aslında zaman içinde yapılan yolculuklar. Birçok tanıdık kahramanla karşılaşıyoruz bu yolculuklar sırasında. Romanı keyifli yapan araya serpiştirilmiş bu hikayeler. Engin ile Elif’in aşkını merkeze almasına rağmen, başka birçok aşk hikayesi barındırıyor roman. En başta Apollon ile Astate -- ya da bilinen diğer adıyla Afrodit’in -- aşkı ya da ilkçağın en önemli siyasi figürlerinden Perikles ile bir genelevde büyümüş olan Aspasia’nın aşkı, ilk akla gelenler. Aşk hikayeleri dışında yerlerin de hikayeleri anlatılıyor: Harran, Mikonos, Tinos, Andros gibi kentler, adalar, tüm tarihsel hikayeleriyle, efsaneleriyle giriyorlar romana. Peygamberlerin, azizlerin hikayelerini anlatarak, yüzyıllar içinde gezinti yaptırıyor okura Eryümlü.

Roman boyunca iki paralel akış olarak görünen Engin ve Elif’in hikayeleri, ilginç anlarda buluşuyor ve örtüşüyorlar. Bunlar ilk başlarda daha gizli şekillerde gerçekleşiyor, örneğin Elif’in iyileşme sürecinde yardımcı olan Sibel (Anadolu’nun en köklü inançlarındaki bereket simgesi ana tanrıça Kybele’den başkası değil) Engin’in bulunduğu tekneye gelip gelecek falı okuyan çingene de aynı zamanda. İki öyküde beliren bir başka karakter ise Apollon ile Astarte’nin oğlu Mustafa. Sibel ile Mustafa bilgelik ışığıyla Engin ile Elif’in yollarını aydınlatan rehberler. “İlahi Komedya”da Dante’nin rehberliğini yapan Vergilius ile Beatrice gibi, her iki yolcuyu, onlar fark etmeden koruyan ve doğru yöne sevk eden karakterler.

Romanın ikinci yarısı “Ve Sonrası...” başlığını taşıyor. Bu bölümde sürpriz yaparak, martı Jonathan gibi başka romanların kahramanları çıkıyor karşımıza. Burada artık Engin ve Elif’in başlardaki sorularının yanıt bulduğunu görüyoruz. Elif, durumu Engin’den önce kavrıyor. Başına gelenleri, zamanın dışına itilmek olarak adlandırıyor. “Zamanın dışına çıkarılmış olmanın ne demek olduğunu kavrar gibiydi Elif. Kavramak, özünü anlamak anlamında değil, bir zaman çorbası içine düşmüş olduğuna aymak, dönemlerin iç içe girmişliğine uyanmaktı. Önüne atılan girift yumağı çözmek için yapabileceği bir şey yoktu. Olanlar kendiliğinden olup duruyordu.” Bu durumda sağlam durup, yolun onu götürdüğü yere sürüklenmesi tek mantıklı yoldur.

“Elif! Elif!”, İlyada destanının başında ozanın ilham için tanrıya adadığı satırlar benzeri bir şekilde açılıyor. Burada yazar, ona ilham veren esin perilerine -- şairlere ve filozoflara -- bir küçük dua ile açılış yapıyor. Homeros gibi bu ilk satırlarda sesini duyuruyor okuruna. Bundan sonra romanın içinde birkaç kez yine duyuyoruz anlatıcının sesini. Genelde her şeyi bilen, hatta bazen yargılayan bir sese dönüşüyor. Roman kahramanlarının bilmediklerini bilmesi, yaşananları mesafesiz anlatışı anlatıya kendine has bir özellik veriyor fakat bazen de bir sonraki sürprizi engelleyen öğe olabiliyor. “İzmir kendi bildiği yaşamı sürdürüyordu. Eh, sen de şen olasın be İzmir şehri!” (s. 32) sözleri örneğin, bir roman karakterine değil, anlatıcıya ait. Bu tür müdahale anlatıyı bazen basitleştirebiliyor. Başka türlü bir müdahale de kahramanlar yerine karar verişinde seziliyor. Örneğin, Engin ilk kez tekneye bindiğinde, kamarasını gezerken “yatakların baş uçlarında birer Chagal ve Goya tabloları”nın asılı olduğu söyleniyor. Hemen ardından, “gerçek olmalıydılar” sözü aynı şekilde gereksiz bir değerlendirme gibi görünüyor.

Zaman, Eryümlü’nün romanlarında kahramanlardan biridir. Zaman tanrısı Kronos olarak yaşananlara hükmeder ya da bazı bireyleri dışına atan bilinç sahibi bir sistem olarak karşımıza çıkar, her halukarda yazarın metinlerine düşünsel boyut katan en önemli unsur olarak görülmelidir. Can Eryümlü’nün efsaneleri bu denli iyi bilmesi, Anadolu destanlarını böylesine içselleştirmiş olması her zaman okurun hayranlığını uyandıracak denli kuvvetlidir. Özellikle efsaneleri bugüne taşıması, kendimizi binlerce yıldır süren aşkların, kavgaların içinde görmemizi sağlar.

ELİF! ELİF! / Can Eryümlü / Pupa Yayınları, 2010 / 446 sayfa.


(Bu eleştiri 4 aralık 2010 tarihli Radikal Kitap'ta yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: