04 Mayıs 2006

Ahmet Ümit

KAVİM


Bu köşenin okurlarından en sitemli mesajlar, bir romanın gerilimli konusunu açıkladığımda geliyor. Kilit noktalarına değinmeden bir romandan söz etmek her zaman kolay değil. Romanlar hakkında yazarken, makaleyi okuyan kişinin, kitabı da okuduğunu varsayıyoruz. Ben, kitap üzerine sohbet ettiğimi düşünmeyi seviyorum; beni etkileyen yerlerinden sanki bir dostumla konuşuyormuşum gibi yazmaya çalışıyorum. Bu yüzden hakkında yazdığım kitabın mutlaka piyasaya sürülmüş olmasını bekliyorum.
Böyle bir giriş yapmamın nedeni bu hafta Ahmet Ümit’in “Kavim” romanından söz edeceğim için. Bir polisiyeden, katilin kim olduğunu ele vermeden söz etmek iyice zor, romanın sonunun nasıl geliştiği, yazarın öyküyü hangi ipuçlarına dayandırdığı özellikle önem taşıyor. Bu durumda, yazının gerisini okumadan önce romanı bitirmeniz zorunlu. Gerilimin benim yüzümden kaybedilmesine dayanamam.
Polisiye Türleri
Polisiyeler bambaşka yollarla gerilim yaratabilir. En bilinen örnek roman boyunca verilen ipuçlarının, romanın sonunda dedektif tarafından açıklanmasıdır. Bu türde, genelde romanın sonunda, bütün karakterler bir odaya toplanır, tek tek her birinin güdüsünün ne olabileceği tartışıldıktan sonra gerçek suçlunun kimliği ortaya çıkar.
Bir diğer polisiye türünde ise, roman boyunca ipuçları okura yavaş yavaş verilir, sanki okur dedektif ile aynı anda çözüyordur cinayeti. Dedektifin akıl yürütmesi sona ana bırakılmaz, roman boyunca her yeni olay değerlendirilir ve olasılıklar üzerinde durulur.
Ahmet Ümit son romanı “Kavim”de ikinci türde geliştirmiş kurguyu. Son ana kadar kimin katil olduğunu tam olarak bilmesek de, roman kahramanı dedektif ile aynı konumdayızdır. Sona doğru artık, aynı dedektif gibi biz de tahminler yürütmeye başlarız. Fakat “Kavim” bu açıdan bana çok ilginç geldi, yazar burada bize sanki dedektifin bildiğinden daha çok bilgi veriyordu, ayrıca en sonunda bile zeki katilin cinayetleri inkâr etmesi (sinsi gülüşlerin ardında bile olsa) başka şekilde yorumlanabilir mi sorusu kalıyordu geriye.
Temalar
Polisiye romanların bir özelliği, her seferinde farklı, hatta egzotik denilecek mekânlarda geçerek bildik konuya yenilik getirmeleridir. Manastırlar, tiyatro kulisleri, yatılı okullar ya da transatlantik gemiler hoş ortam yaratırlar. Yazar bu sayede, para hırsı ve güç istemi dışında, yeni cinayet nedenleri bulmak zorunda kalır. “Kavim”de de Ahmet Ümit, Başkomiser Nevzat’ı, bu sefer Ortaköy’ün barlarında ve yeraltı dünyasında sorunları çözerken işlemeyi seçmiş fakat bunlardan başka konuya asıl derinlik kazandıran unsur, dinler tarihini farklı boyutlarda kullanmış olması. Kutsal kitaplardan alıntılanan bölümler, simgesel boyut kazandırmış cinayetlere.
Çok hızlı bir tempoyla başlayan roman daha ilk satırlarında, kutsal kitapların gizemli satırları arasında canlı bir ortam yaratıyor. Hollywood filmlerine benzer gizemli cinayetler bir yandan emniyet görevlilerini heyecanlandırırken, bir yandan da gerçekçi Türk polisinin başına bunca ilginç olay gelir mi sorusu ile alay etme şansı buluyor yazar. Başkomiser Nevzat’ın bir iş arkadaşı “Vay be, şu Amerikalıların çevirdiği cinayet filmleri gibi desene (…) Yok yok Nevzat, bizde öyle cinayetler olmaz. Bak görürsün, bu işin altından ya basit bir alacak verecek davası ya da karı meselesi çıkar” diye yorum getiriyor. Bir başka yerinde de yazar kendi romanıyla alay ediyor: “İsa Peygamber hakkında kitaplar filan çok modaymış şimdi.”
Hemen söylemeli, Ahmet Ümit modanın kabaca peşine takılmıyor. Bu romanda biraz “Beyoğlu Rapsodisi”nde yaptığı gibi, hem İstanbul’un hem de Anadolu’nun çok kültürlü geçmişine hasretle bakıyor. Başkomiser Nevzat şöyle diyor “Sanırım beni şaşkınlığa boğan Hıristiyanlık düşencesinin bu kadar içimizde oluşu, bu kadar bizden oluşu ve benim bu gerçeğin farkında olmayışım. Belki İstanbul’da Rum bir tanıdığım, mesela Dimitri Amca bunları anlatsa yadırgamayacağım. Galiba, bir zamanlar İstanbul’un Doğu Roma’nın başşehri olması nedeniyle. Ama Güneydoğu’da birdenbire karşıma çıkan bu kadim kültür beni şaşkına çeviriyor.”
Derin Devlet
“Kavim”de işlenen bir başka tema, milliyetçilik ve derin devlet. Yazar bu sayede, polisiyelerin sevdiği klasik, iyi polis – kötü polis konusunu romanın merkezine yerleştiriyor. Romanda emniyet müdürlüğüne gözünü dikmiş hırslı devlet görevlileri var ama Başkomiser Nevzat bunlardan çok devletin gücünü kendi çıkarları için kullananları eleştiriyor “İşkence ediyorlar, öldürüyorlar, hırsızlık yapıyorlar, uyuşturucu satıyorlar sonra da çıkıp ne yaptıysak vatan için, millet için, devlet için diyorlar.”
“Kavim”i okurken, adaleti doğrudan sorgulayan roman türü olduğu için bir kez daha sevdim polisiyeyi. Adaleti soyut anlamda değil, yasaların nasıl işlediğini aracısız gösterme fırsatı veriyor yazarına da. Ahmet Ümit roman boyunca çok kereler bu konuya değiniyor. “Yasa ile adaletin aynı şey olmadığını biliyorum” diyor Başkomiser Nevzat, “Yasalar, adaleti korumak için varsa da, çoğu zaman başarılı olamadıklarını da biliyorum. Daha doğrusu böyle olmadığını her gün yaşayarak, öğreniyorum. Çünkü mükemmel yasa yok. Belki de bu yüzden yasalar sürekli değişip duruyor. Belki hep değişecek. Sanırım adalet, vicdanımız ile yasa arasında bir yerde duruyor. Bu nedenle yasa, adaleti sağlamakta tek başına yeterli olamaz. Ama adaleti sağlamak için yasalara inanmaktan başka da çaremiz yok.”
Bir acı gerçeği de fark etmeden geçemiyor bu romanın okuru, bu ülkede gerçek anlamda adaleti sağlayan yani suçlulara cezasını veren sistemi olmuyor. Bu romanda bürokrasinin ağır işleyen çarklarında adalet aramanın olanaksızlığı da sık sık vurgulanıyor. Dosyalar merkezden gizlice çıkartılıyor, polisler bilgiye pek de yasal olmayan yollarla ulaşıyorlar, ayrıca zanlıları sorgularken verdikleri gözdağı ya mafya ya da derin devlet. İşin ilginç yanı bunları yapanlar “iyi” polisler. Bu romanda suçluların hiç biri yargılanmıyor, infaz kararını mahkeme değil mafya yerine getiriyor.
Katil Kim?
Bu romanın bence en ilginç özelliği, yazının da başında değindiğim gibi, Ahmet Ümit’in romanın sonunu bir nebze açık bırakmış olması. Polisiyelerin sonunda katilin her şeyi itiraf etmesi, cinayet nedenlerini kendi açısından açıklaması beklenir, bu romanda aslında çok konuşkan olduğunu başından beri bildiğimiz katil, bu konuda en sonuna kadar suçunu inkâr ediyor.
Aslında tüm olgular dikkatleri katilin üzerine çekiyordu. İpuçları ve gerilim çok yerindeydi. Ben ilk kez katilden “Ben olanlardan haberim olmadığını söylemek istedim sadece” sözlerini birkaç kez tekrarladığı için şüphelenmiştim. Polis tarafından sözlerinin duyulduğundan emin olmak istemesi kuşkumu çoğalttı. Ancak, katil zeki ve kurnaz olduğu için, kuşkulandığım andan itibaren cinayetleri kendi eliyle değil, bir başkasını bu amaçla kullandığı da aklıma geldi. Bu düşünceyi desteleyen birkaç ipucu vardı. Cinayet mekânında, İncil’in Zekarya bölümlerinden bazı bapların altlarının çizilmiş olması, hemen akla saf ve kolay etkilenebilir görünen Zekeriya’yı getiriyordu. Katil, Zekarya bölümünü kullandığı gibi, cinayetler için Zekeriya’yı kullanmış olamaz mıydı? Kendi intikamını almak için kışkırtamaz mıydı genç Zekeriya’yı?
Bu düşünceler kuşkusuz romanın dışına taşıyorlar. Ama bence Ahmet Ümit hoş bir biçimde, hiçbir zaman mutlak suçlu olmadığını, her zaman yargının ötesinde kuşku kaldığını gösteriyor.


Kavim / Ahmet Ümit / Doğan Kitap / 2006 / 382 sayfa.

Hiç yorum yok: