HOMEROS, ILYADA
Elimde İtalyan yazar Alessandro Baricco’nun “Homeros, İlyada” adlı kitabını okurken, aklımdan “ne gerek vardı şimdi bu kitaba” düşünceleri geçiyordu, zaten Homeros gelmiş geçmiş en güzel destanı yazmıştı. Aynı öyküleri yeniden anlatmak anlamsız değil miydi? Derken, tam bu düşüncelerimin üstüne, radyoda Maurice Ravel’in, Mussorgski’den uyarladığı “Bir Sergiden Tablolar” eseri çalmaya başladı. Bir an elimdeki kitap hakkındaki olumsuz düşüncelerimden utandım. Ne de olsa müzikte çok sık yapılan bir şeydi sevilen bir eseri alıp, uyarlamak.
Ravel piyano için bestelenmiş “Bir Sergiden Tablolar”ı orkestraya uyarladığında 47 yaşında, ünü geniş kitleler tarafından kabul edilmiş bir besteciydi. Benzer bir uyarlamayı, 55 yaşının üstünde Johann Sebastian Bach da, Pergolesi’nin “Stabat Mater” adlı eseri için yapmıştı. Thomas Kilisesinin koskoca kantoru olduğu yıllarda sevdiği bir eseri Almancaya uyarlamaktan çekinmemişti. Her iki bestecinin de kendi müzikal kişiliklerini bulduktan sonra böylesi işler için zaman ayırmaları, bence özellikle dikkat çekilecek bir nokta. Genç ve deneyimsiz ressamların büyük ustaları taklit etmeleri ile aynı durum değil.
Uyarlama konusuna belki edebiyatçılar pek sıcak bakmıyorlar ama tiyatrocular için durum aynı müzisyenler gibi. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Tiyatro festivalinde izlediğim Oyun Atölyesinin “Atinalı Timon”u ve Semaver Kumpanyanın “Fırtına”sı uyarlama konusunda ne denli özgür olunabileceğinin iyi kanıtıydı. Özellikle “Fırtına” sömürgecilik, küresel ısınma, gibi günümüz iktidar ilişkilerini ve sorunlarını, çağdaş müzik ve danslarla, Shakespeare’ı yüzyıllar sonrasına taşıyarak başarmışlardı.
21. Yüzyılda Homeros
Böyle bir başlangıçtan sonra “Homeros, İlyada”dan bahsedebiliriz artık. Her şeyden önce şunu hatırlamakta yarar var, Homeros’un İlyada ve Odysseus destanları okumak için değil, dinlemek için yazılmışlardı. Her ikisinin oluşumları Yunanistan’da okuma yazma çağından öncesine denk gelir (İ.Ö. 8. yüzyıl sonları) bu yüzden de sözlü geleneğin izlerini taşırlar.
Bu destanları dile getiren ozanlar, büyük olasılıkla bunları okuyarak öğrenmezlerdi, tanrıların ve yüce kahramanların hikâyelerini kendilerinden önce yaşamış ozanlar geleneğinin bir halkası olarak dilden dile aktarılırdı. Ozanlar destanların bilinen iskeleti dışında, metrik formüllerden oluşan bir sistemle bunları benzer şekillerde aktarabiliyorlardı. Her satıra eklenebilen deyimler ve bazı sahnelerin (silahlarıyla donanan kahraman ya da tapınağa dua etmeye giden kadınların) benzer biçimde tekrarlanması, ozanların işini kolaylaştırıyordu. Kuşkusuz her ozan kendince bazı eklemeler ve süslemeler yapıyordu ama bu destanlar uzun yıllar boyunca bir tek kişinin eseri olmadan, dilden dile aktarıldı.
Günümüze ulaşan “İlyada” ve “Odysseus”, hiç kuşkusuz bir tek ozanın eseridir. Bizler için artık dinlediğimiz değil, okuduğumuz bir eserdir. Alessandro Baricco, ilkçağdaki özelliğine yeniden kavuşturmak için Homeros’un metnini uzun soluklu okumalar şeklinde yeniden kaleme almış. Seyirci önünde okunması düşünülen bu metinler, geçtiğimiz yıl radyo aracılığıyla da binlerce kişiye ulaşmış.
Savaş Destanı
Öykü, hep bildiğimiz öykü: bir savaş destanı. Azra Erhat ve A. Kadir’in çevirilerini okuyarak büyüyen pek çoğumuz ilk başlarda biraz yadırgasa da, Baricco’nun metni de okuru yakalıyor. “İlyada,” on yıl süren Troya savaşının sonlarına doğru yaşanan birkaç haftayı anlatır. Paris tarafından kaçırılan güzel Helene’yi geri almak ve bunun acısını çıkartmak üzere Agammemnon önderliğinde toplanan dev ordu, Troya’ya saldırır. Destanın ilk satırları Akhilleus’un kızgınlığını anlatarak başlar. Aslında tüm olaylar bu kızgınlıkla başlar.
Homeros’un “İlyada”sı 24 bölümden oluşur, Baricco’nun destanı ise, on yedi bölümden oluşuyor. Her bölüm bir kahramanın adını taşıyor ve adını taşıdığı kişi tarafından birinci tekil şahısta anlatılıyor. İlk bölüm dolaylı biçimde Akhilleus’un kızgınlık nedeni olan Khryseis tarafından anlatılıyor.
Kısaltmalar
Baricco eserin önsözüne yazdığı metinde “çağdaş seyircinin sabrına uygun düşebilmesi için bazı kısaltmalar” yaptığını söylüyor. Gerçekten de koskoca destanı yüz elli sayfa gibi, kısa bir metinle anlatmayı başarıyor. “İlyada”dan kestiği tek şey, tanrılarla ilgili bölümler. “İlyada” iki farklı düzeyde ilerleyen öyküler anlatır, birincisinde Olympos dağının tanrıları, diğerinde ise bu tanrıların aldıkları kararlar doğrultusunda yaşayan ölümlüler. Baricco ise sadece insanların olduğu bölümleri metnine almış. Tanrıların adları onlara dua edilirken ya da kurban sunulurken geçiyor ama kendileri yoklar.
Yazara göre “İlyada gene de insanın bütün olaylarda son söz sahibi olduğunu kanıtlamak için ayak direr. Bu nedenle tanrılar metinden çıkartılırsa, geriye pek de yetim sayılmayacak ve açıklanabilir bir dünya kalır, öykü son derece insancıl bir hal alır ve insanlar çözümlerin tümünü tanıdıkları şifrelerle yüklü bir dil gibi okuyabilecekleri kaderleriyle baş başa kalırlar.”
Kısaltma konusunda, tanrıların çıkarılmasını yadırgamadım ama Homeros’un kahraman ve tanrılardan bahsederken onların sıfatlarının sayılmamasını epeyce yadırgadım. Örneğin Homeros Akhilleus demeden önce her seferinde “ayağıtez tanrısal Akhilleus” diye bahseder ondan ya da “gücü yaygın Agamemnon, yiğit Atreusoğlu” diye anlatır büyük kralı. Bu tanımlamaların destan içinde yüzlerce kez tekrarlanması, kahramanları yüce kılar. Daha önce Homeros destanlarını okumamış biri, savaşan bu askerlerden sadece isimleriyle bahsedildiğini görünce onları sıradan insanlar olarak görecektir. Bu eserde, tanımlamaların çıkartılması kuşkusuz metni hafifletmiş fakat bunun yanı sıra, bir sürü isim birbirine girmiş. Özellikle savaş alanının anlatıldığı bölümlerde, isimler duyarsızca sıralanmış hissine kapıldım.
Futbol?
İçimiz dışımızın futbol olduğu şu günlerde, ayaktan ayağa geçen topla birlikte spikerlerin sıraladığı isimler gibiydi bu savaş anlatılan birkaç bölüm. Başka yerlerde de yine futbol düşündürdü bana “çarpışma yavaş yavaş Akhalardan yana dönmeye başladı.” (s.42) Homeros’un aynı olayları anlattığı bölüm (IV. Bölüm, 500-540) hiç de futbol maçını andırmaz, bu sahneyi anlattığı satırlar ağır başlar, gittikçe hareketlenir ve okur baş döndürücü bir kan meydanında hisseder kendini.
Bu eleştiri sanırım sadece savaş alanında olanlar anlatılırken geçerli. Bunun dışında Baricco kadınların ağzından yazdığı bölümlerde, Homeros’un duygu yüklü metnine daha yakın bir anlatı yakalamış. Sonsözde Hektor’un savaş alanını bırakıp surların içine geri dönüşünü anlatıyor. Hektor, kentte üç kadınla karşılaşır. Bu kadınlar annesi, karısı ve savaşa neden olan Helene’dir. Her biri kendince onu savaş alanına dönmekten alıkoymak isterler. Karısı, baba ve koca olarak görevleri olduğunu hatırlatır, annesi dua etmesini ister, Helene ise onu yanında dinlenmeye (!) çağırır. Baricco’ya göre Hektor’un (erkeklerin) dünyası sert ve kördür; oysa Andromakhe’nin (kadınların) temsil ettiği dünya uygar, barışçı ve insancıldır. İki olanaklı dünya karşı karşıya durmaktadır ve ikisinin de kendine göre bir mantığı vardır.
İlyada’nın dişil yüzünden bu kadar net söz etmesinin yanı sıra, Baricco da her okur gibi yine de bu destanın “savaşın güzelliğine bir hürmet” olduğunu kabul eder. Ne denli acımasızca olsa da, bu savaş, yanı başımızda yaşanan savaş ile karşılaştırıldığında onurlu ve insancıldır. Düşman asla küçümsenmez, ona saygı duyulur. Homeros’u bugün okumak, hatta 21. yüzyılda yeniden yazmak, kitabın içine daldıkça çok daha anlamlı gelmeye başladı. Alessandro Baricco, dişil ve eril kutupları, batı uygarlığının temelinde yatan bu karşıtlığı netlikle görmemizi sağlıyor.
“Homeros, İlyada” sadece mitolojiyi iyi bilen, daha önce destanları okumuş kişilere değil, sanırım herkese büyük zevk verecek bir kitap (aslında roman demeliyim). Eren Cendey’in çevirisi ise kusursuz. Dilimize yerleşen antik isimler kullanılmış, destansı havaya sadık kalınmış. Herkesin anlayacağı ve seveceği bir roman çıkmış ortaya. Baricco’nun bu eseri eminim Homeros okuma isteği uyandıracaktır.
Homeros, Ilyada / Alessandro Baricco / çev.: Eren Cendey / Can Yayınları / 2006 / 156 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder