PAZAR FELSEFE KULÜBÜ
Seksenli yıllarda sinema filmlerinin birbirlerini takip etmesiyle çok alay edilirdi. Önce bir film ile başlanırdı, eğer film gişede beklenmedik başarı kazanırsa formülü biraz değiştirip, aynı oyuncularla devam filmleri gelirdi. Bu konuda Hollywood hala aynı tavrı koruyor. 64 yaşında Harrison Ford, genç arkeolog Indiana Jones olarak dördüncü kez karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.
Romanlarda sayı konmasa da, özellikle polisiyelerde alışığız bu duruma. Agahta Christie, Hercule Poirot karakterini, biraz çizgi romanlar gibi, sıklıkla kullanmıştı romanlarında. Bu sayede okur, daha önceden tanıdığı ve hatta sevdiği dedektifin yeni maceralarına kolaylıkla takip edebilmişti.
İngiltere’de sevilen bir yazar olan Alexander McCall Smith, daha önce “Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu” (Çitlembik Yayınevi) ile Afrikalı tombul ve sempatik kadın dedektifi tanıtıp geniş okur kitlelerinin sevgisini kazandırmıştı. Botsvana Cumhuriyetinde geçen maceraları özellikle dedektifin muzip karakteri çevresinde gelişiyordu. Takip filmlerle ne denli alay etsek de, polisiyelerde tanıdıklarla karşılaşmak sanırım hoşumuza gidiyor. Kişilik özelliklerini bildiğimiz kahramanlar, kolaylıkla gerçeklik kazanıyorlar. Bu seriden beş kitap yayımlandıktan sonra, Smith yeni bir seriye başladı.
Ahlakçı Dedektif
Alexander McCall Smith bu sefer, Botsvana’dan altı bin kilometre uzaklıkta, İskoçya’nın varlıklı yüksek sınıfından, çok farklı yeni bir dedektif karakteri ile çıktı okurun karşısına. Isabel Dalhousie adlı bu yeni dedektif aslında dedektif sayılmaz, amatör dedektif bile sayılmaz: kendisi felsefeci ve bir ahlakbilim dergisinin editörü.
Romanın konusu basit sayılır. Isabel, komşusunun biletini ona vermesi üzerine gittiği konserde genç bir adamın ölümüne tanık olur. Roman genç adamın ikinci balkondan düşmesiyle başlar. Isabel bu olayla ilgili olarak şair Auden’in “Ben yalnızca bir arkadaşımla konuşuyordum ve birden adamın teki tepeden aşağı yuvarlandı” dizelerini düşünür. Gerçekten de üst balkondan aniden birinin düştüğünü görür. İşin ilginç yanı, Isabel, o kısacık anda, gençle göz göze gelmiştir. Bu yüzden ölüm onu derinden sarsar.
Daha sonra Isabel’in diyeceği gibi, bazen hayatta peşinden gideceğimiz olayları kendimiz seçmeyiz, adeta onlar bizi seçerler. Roman kahramanına aynen böyle olmuştur. Çok meraklısı olmadığı İzlandalı bir senfoni orkestrasının müziğini dinlemeye kendi isteğiyle bile gitmemiştir ama burada bulunuşu artık onun için yeni bir yol çizer. Meraklı zihin yapısı sayesinde, görünenlerin ötesinde şüpheler duymaya başlar.
Roman iki farklı gerilim konusunu aynı anda işliyor. Bir yandan konser salonunda gelişen olaylar çözüm beklerken, Isabel çok farklı bir alanda daha dikkatlerini kullanmak zorunda kalır. Çok sevdiği yeğeni Cat, birlikte olduğu erkek tarafından belki de aldatılıyordur. Roman bu iki gerilim öyküleri çevresinde gelişirken bir yandan da Isabel’in duygusal ilişkileri de önem kazanır. Romanın sonunda bu iki büyük gerilim çözülse de, üçüncü sanırım daha sonraki devam romanlarında yeniden işlenmek üzere bırakılmış.
Bir romanda müzik ile ilgili bölümler varsa, ben her zaman müzikal birlikteliklerin uyumuna dikkat ederim. Diyelim bir ikili birlikte müzik yapıyorlar, ses uyumları iyiyse, bundan duygusal bir uyumun çıkacağı gibi bir beklentim olur. Bu romanda da aynı durum söz konusuydu, piyano eşliğinde şarkı söylerken ikilinin bulduğu uyum, bu ikilinin aslında sanılandan daha derinlerde bir arayış içinde olduğu haberini veriyor gibiydi.
Başlık
Yine, bir romanda eğer çok sayıda felsefeci adı geçiyorsa, son çözülme anında bu filozofların bir nebze etkili olmasını beklerim. Bu beklentim bu romanda boş çıktı. Romanın başlığının “Pazar Felsefe Kulübü” olması bende felsefeyle ilgili bir çözümlemeye gidileceği etkisi yaratmıştı ama yazar bu konuda beklentilerime karşılık vermedi. Pazar felsefe kulübünün adı romanda birkaç kez geçiyor ancak, ne kimlerin bu kulübe üye olduğunu, ne de ne tartıştıklarını öğreniyoruz. Sonunda romana tamamen yanlış bir isim verildiği izlenimi edindim. Oysa bu tür romanlarda, okuru yönlendirmek için başlık çok önemlidir.
Roman boyunca Kant, Russell, Ayer, Strawson gibi filozofların adları geçiyor, böylesi basit bir romanda elbette okur daha derin felsefe bilgisi beklemiyor ama bunca ismin geçmesi bir zaman sonra biraz hava atmak için sıralanmış gibi gelmeye başlıyor. Romanda bu filozofların izi hiç yok ama yine de gündelik ahlak tartışmalarına yer veriyor yazar. Bana ilginç gelen bir tartışma, ahlaksal açıdan eylem ile sözün birlikteliği konusu oldu. Diyelim sigara içen biri, size tütünün zararları konusunda nutuk çekiyor, bunu inandırıcı bulur musunuz? Her zaman eylemlerimiz ile sözümüzün uyum içinde olmadığını roman kahramanı da kabul ediyor ama bu ne de olsa bir tür ikiyüzlülük.
Isabel’i tanıdıkça, onun bu türden ikiyüzlülükten kaçındığını görüyoruz. Roman boyunca araştırdığı iki olayda sözlerinden farklı bir eylem gerçekleştirmiyor. Bazen biraz katı ve acımasız olsa da, doğrudan ayrılmamaya çalışan biri olduğunu anlıyoruz.
Eksik Dedektiflik
“Pazar Felsefe Kulübü” hızlı okunan bir roman ama bazı yerlerinde konunun dağıldığını hissettim. Her şeyden önce Isabel önce hevesle konser salonunda ölen gencin gizemini çözmeye girişmişken, sonra bundan vazgeçiyor, daha sonra yeniden ilgi duyuyor ve sonra yine vazgeçiyor. Bu yönleriyle aslında gerçekten dedektiflik konularına ne kadar yabancı olduğunu da görmemizi sağlıyor ama bir o kadar da sıkıcı oluyor ruh halleri.
Roman boyunca benim anlayamadığım olay, ilk başta sorması gereken soruyu, neden romanın sonuna kadar sormadığı. Eğer konser salonunda bir olay olmuşsa, o gece o konseri dinleyenler arasında kimler vardı, ilk araştırması gereken düğüm bu değil midir? Ama o bunu yapmıyor, hatta biraz okuru sinirlendirecek derecede bu sorunun uzağında kalıyor. Hâlbuki romanın başında konser hakkında ve o gece çalınan bestecilerin eserleri hakkında bilgi verdiği için çözümün açık biçimde burada yattığı okura belli oluyor. Romanda ayrıca bazı olaylar var ki, çözmek olanaksız. Örneğin, suçlu olduğunu sandığımız kişi evinde onu tehdit etmeye geliyor ama ardından onun suçsuz olduğunu öğrendiğimizde, neden evine girdiğini ve onu tehdit ettiğini anlayamıyoruz. Belli ki yazar biraz heyecan katmak için böyle bir bölüm eklemiş romana, ama bu tam bir yama gibi duruyor, sonunda çözülmeyi de zorlaştırıyor.
Bu hafta Alexander McCall Smith’in romanını seçmemin nedeni hem İngiltere’de adı çok anılan bir yazar olması hem de yazarın “Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu” romanını severek okumamdı. Sanırım beklentim fazlaydı ama karşıma tahmin edemeyeceğim denli sıradan bir polisiye roman çıktı. Yaz aylarında hafif kitaplar önermek istemem ama sanırım bu tam da plajda okuyup unutulacak türden bir roman.
Pazar Felsefe Kulübü / Alexander McCall Smith /çev.: Aylin Yengin / İnkilap Yayınları / 2006 / 271 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder