22 Haziran 2006

Osman Akalın

YÜKSEKLERDE


Son yıllarda çok fazla romanda güneydoğuda askerlik temasını görmeye başladık. Bu romanlarda anlatılanlar sadece askerlik sırasındaki doğanın ve yaşam koşullarının zorluğu değil, bir de ruhsal açıdan erin ya da subayın yaşadıklarıydı. Bu türe eklenen bir yenisi de Osman Akalın’ın “Yükseklerde” adlı romanı.
Doğuda görev yapmak
“Yükseklerde” ilk başlarda bir aşk romanı olarak başlıyor. Doğubeyazıt civarlarında bir köyde öğretmenlik yapan Ayşe adındaki Kırşehir’li bir genç kadını anlatarak başlıyor. Roman boyunca bu yörede görev yapan, ailelerinden uzak doktor, subay ve öğretmenlerin yalnızlıkları dile getiriliyor; kendi çevrelerinde belki de dost olmayacak bu insanlar, ortak sorunlarla birlikte, birbirlerini anlıyor hatta dost oluyorlar.
Ayşe şikâyet eden biri değil, burada olmak tamamıyla kendi seçimi. Ayrıca hayatına uyum sağlamak için çaba gösteren bir kadın. Öğrencilerine ve köylü halka uzak durmuyor, fakat yine de yalnızlık çekiyor. Osman Akalın, yer yer roman karakterlerini kendi ağızlarından dile getirmiş, bunun için farklı teknikler kullanmış: mektup, günlük, diyalog gibi. Bir yandan Ayşe’nin duygularını günlüğünden öğrenirken, ona gelen mektuplardan da ailesi ve geçmişi hakkında bilgi ediniyoruz. Bu bölümler özellikle Ayşe’nin ve ailesinin kültür yapısını anlamamız için yardımcı oluyor. Romanın ilk başlarındaki bu anlatıyı ben romanın kendi dili sanıp, çok zayıf bulmuştum. Sözgelimi, “ölürüm ben senin düşüncelerine” gibi sözler ve ablasının yazdığı mektup, bana çok arabesk gelmişti. Ama ilerleyen sayfalarda bunun roman karakterleri arasında farklılığı ortaya koymak için olduğunu anlayınca romanı sevdim.
Konu şöyle ilerliyor: Ayşe’nin hayatına, orada askerliğini yapan, İhsan adında bir subay giriyor. İhsan, diğer roman karakterleri tarafından kusursuz bir asker, daha sonra da kusursuz bir erkek olarak aktarılıyor. Her zaman doğru kararlar veren, emrindeki erlerin hayranlık duyduğu, sert mizaçlı biri. Daha sonra öğreniyoruz ki, Ayşe ile girdiği ilişkisi de zorunluluktan kaynaklanıyor, aşktan değil.
Sevilen Kadın/Horlanan Kadın
Akalın, birbirine zıt karakterde iki erkek tarafından aynı kadının nasıl da farklı görüneceğine dikkatimizi çekiyor. Onu seven erkek tarafından, esprili, anlayışlı, ulaşılmaz görünürken, diğeri tarafından kalın sesli, kaba konuşan, sahte gülümsemesi olan ve olur olmaz her şeye gülen bir kadın olarak anlatılıyor.
Romandan bir aşk hikâyesi anlattığını söyleyerek başladık ama aslında romanı ilginç kılan öğretmenle subayın aşkı değil. Roman aşk öyküsünü yarıda kesip, aniden Şahsenem adlı genç bir kızın “Kan Kalesi” adı verilen dağa çıkışıyla yön değiştiriyor. Katıldığı bir grup kadın, sınırdan insanları geçirmek için kurulmuş örgütün bir kolu.
Şahsenem ilginç bir karakter, eve geç geldiği için babasından dayak yiyen ve bu yüzden dağa çıkan biri. Fakat kısa zamanda anlıyor ki, burada da kaderi değişmiyor “her yerde dayak yedikten sonra oturur evimde babamın dayağını yerdim” diye düşünüyor. Karın içinde kazdığı çukurda saklanan genç kız, itirafçı olmayı da düşünmüyor değil, ama “itirafçı olsam neyi itiraf edicem ki” diyor kendi kendine. Ciddiye alınmıyor, kod adı bile verilmiyor, ayrıca önemli bilgiler onunla paylaşılmıyor.
Doğa
Romanın bir anda ton değiştirmesi, gelecek bölümlere de hazırlıyor okuru. İlk başlarda tekdüze ve sıradan bir aşk öyküsü iken, özellikle doktorun yöreyi anlattığı bölümlerde anlatı canlanıyor. Doktorun doğa tasvirleri çok inandırıcı: Gecenin ıssızlığı, volkanik taşların yapısı, çevrenin güzelliği ve vahşiliği bu bölümde çok güzel dile getirilmiş. Kesinlikle romanın doruk noktasını bu bölümler oluşturuyor.
Yine doktorun anlatısında insanlık ilişkilerine de daha derin bakma fırsatı buluyor yazar. İlk başta, doktorun hastalarıyla yakın ilişkiye girmek istememesi, çelişkili bir ruh hali yaratıyor. Bütün gününü birlikte geçirdiği askerler sakatlanınca ya da ölümle yüzleşince, onlara sıradan hasta gözüyle bakamadığını ve bu yüzden doktorları olmaktan zorlandığını yine çok inandırıcı bir dille anlatıyor.
Doktor için ikinci bir zorluk ise, dağda askerin yanında savaşırken düşman olarak gördüğü insanları, köye indiğinde hasta olarak görme zorunluluğu. Burada ona Hipokrat yemini komutan hatırlatmak gereği duyuyor.
Kaybolmuşluk ve kimsesizlik en çok doktorun birinci tekil şahısta yazdığı bölümde hissediliyor. “Gece yürüyüşlerinde bir sonraki adımın belirsizliği sizi bilgeleştiriyordu. İnsan olmanın ayrıcalıkları bitiyor, doğanın bir parçası oluyordunuz. Güzelleşiyordunuz, çünkü kayboluyordunuz.” Yine bu bölgeyi şöyle anlatıyor: “Tendürek Dağı’nda leçelik arazinin birbirinden ayırdığı akıl almaz güzellikte düzlükler var. Sanıyorum volkanik hareketlerle yer yüzüne çıkan zengin mineraller bitkileri iyi besliyor. Tendürek dağını altın kalpli, çirkin bir kadına benzetiyorum. Ya da ancak yakından tanıdığımızda sevebileceğimiz insanlara.” Yanına Dostoyevski ve Hesse romanları alıp dağa çıkan doktor, yazarlığa hevesli olduğunu söylediği yerde, bir roman karakteri değil, yazarın ta kendisi gibi algılanıyor.
Bazı yöreler hakkında yazılan romanlarda, uzak bir mesafeden bakış hissedilir. “Yükseklerde” de bu hissedilmiyor. Yörenin anlatıldığı bölümlerde, yaşanmışlık hissediliyor.
Bir İnsanın Yerini Almak
“Yükseklerde” büyük bir kısmı dağlarda geçtiği için böyle adlandırılmış. Romandaki birkaç önemli temadan biri, bir başkasının yerini almak: Alışkanlıkları olan bir bölüğün başına gelmek gibi daha önce bir başkası tarafından tutulan yere getirilmek konusu işleniyor. Ayrıca eski sevgilinin yerini almak da söz konusu. Tayinlerle gidilen yerler olduğu için, yeni gelinen bu yerde en önemli sorunlardan biridir bu.
“Yükseklerde” yazının başında da dediğim gibi, sıradan bir anlatıyla başlıyor ama gittikçe güzelleşen bir öyküye dönüşüyor. Edebi değeri konusunda eleştirilebilir ama işlediği konuya hâkim bir ilk roman. Ben özellikle kadın portrelerinde sevdim romanı.

Yükseklerde / Osman Akalın / İdil Yayınları / 2006 / 127 sayfa.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

kitabı çok basit ama emek var

Adsız dedi ki...

üstelik başları çoksıkıcı
herşey beş dakikada biter

Adsız dedi ki...

bazı arkadaşlar eleştirmeleri ağır. Ben arkadaşı başarılı buluyorum.Kitapları ince diyorlar.

Adsız dedi ki...

ben bir önceki yoruma katılmıyorum..bu anlamda eleştiriyi hakedecek bir kitap değil.