29 Kasım 2007

İhsan Oktay Anar "Suskunlar"

SUSKUN MÜZİK OLUR MU?

“Her musiki, sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi.”
(s.231)

Bazen aklıma takılır, sofu, dinci ve muhafazakâr politikacılar nasıl olur da Mevlana’yı överler diye. Gerçekte tam anlamıyla felsefesini anlasalar aynı şekilde sahip çıkarlar mı diye sormadan edemez insan (ya da şöyle sormalı, felsefesini anlayan zaten softa olabilir mi?) İbadetlerini hareket ve müzikle eden Mevleviler, nitekim gerici çevrelerin baskısı ve yasaklamalarıyla tarih boyunca karşılaşmışlar. Başka bir açıdan daha bakarsak, dini kurumlar sanatları her zaman emirlerinde kullanmışlar fakat bazen sanatların gelişmesine de engel olmuşlar böyle yaparak.
İhsan Oktay Anar’ın son romanı “Suskunlar” bu düşünceleri yeniden okurun aklına düşüren cinsten bir kitap.

Konuya ilkçağlardan Pisagor ile başlamak belki en doğrusu. Pisagor, evrende her şeyin tam sayıyla özleştiğini söyleyen ilk düşünürlerden biridir. Doğanın tümüne yansıyan bir kusursuzluk görür filozof ve bu kusursuzluğu zihin ancak yaratılış hikâyesiyle birleştirdiğinde anlamlı olur. Müzikle de uğraşan ve Babil’de aldığı eğitim sonucunda matematiğin kutsallığına inanan Pisagor, müzikal sesleri de aynı kusursuzluk teması üzerine kurar.

Yüzlerce yıl Pisagor’un kuramları müzik kuramcılarını etkisi altında tuttu. Müzik de evren gibi tam bir matematiksel kusursuzluk üzerine kurulu olarak düşünüldü. Notalar arasındaki aralıklar, bu kusursuzluğun simgesiydi. Bu felsefeden etkilenen ortaçağ kuramcıları, bazı bozuk akorlara “musica ficta” diyerek, şeytanın işi saymaya kadar götürdüler. Do ile fa diyezin birlikteliği şeytan aralığı olarak düşünüldü ve kilise müziklerinde (hatta tüm müziklerde) kullanılması bir dönem için yasaklandı.

“Suskunlar” tam da bu konuyu romanın merkezine yerleştirmiş. Kusursuz aralıklarla, tam armoni yaratmak nasıl ilahi bir erdem sayılıyorsa, bu armoniyi kıran, bölen ya da parçalayan sesler de şeytana ait sayılıyordu. Şeytan tanrının yarattığı kusursuz evreni bozmak üzere yeryüzüne inmişti. Anar romanında, şeytanın kullandığı ses aralıklarını, kusursuz ulvi ahenk ile karşılaştırarak, romanın gerilimini yaratmış. Tanrı, insanın içine nefes üfleyerek can vererek neyzene benzetilmiş; Şeytan ise sadece evrensel uyumu değil, insanın yarattığı sanatsal kusursuzlukları da bozarak Tanrı ile insan arasına girmiş.

İhsan Oktay Anar’ın diğer romanları gibi “Suskunlar” da basit birkaç tümceyle özetlenecek türden bir kitap değil. Yine de konu, Udi Davut adında bir gencin çözmesi gereken üç sorun etrafında toparlanabilir. Davut’un çözmesi gereken ilk sorun, yürek paralayan hüzzam eserin kemençesinden dökülmeye başlamasıyla, aşk acısı çeken Paşa hazretlerinin genç yeğeninin son nefesini vermesine neden olan babası Veysel’i atıldığı zindandan kurtarmak. İkinci görevi cimriliğiyle nam salmış dedesi Kalın Musa’nın, oğlunu kurtarmak için ödemesi gereken altınlarından ayrılamadığı için geçirdiği felci iyileştirmek. Üçüncü ve en önemli sorunu da, can-ı cananı, biricik aşkı, yüzünü sadece bir kez görebildiği güzeller güzeli Nevâ’ya musallat olan hayaletten sevdiği kızı kurtarmak.

Bütün bu sorunları çözmek üzere yola çıkan Davut’un başında, bir de canı gibi sevdiği ikiz kardeşi Eflatun’un ölüm tehdidi altında olması derdi vardır. Bütün bunlar, Konstantiniye’de, hattat ve şair olan, ayrıca müzikle yakından ilgilenen III. Ahmet’in tahta geçmesinden sonraki yıllarda yaşanır. Burada duyulan tek sesler ilahi notalar değildir, ayrıca “gece gizlice girdikleri evlerde masum çocukların kanını iştahla emen upirlerin dudak şapırtıları, insan eti yiyen lanetli gülyabanilerin homurtularını, yağmur ve kasvet yüklü kara bulutlardan ve kapkara kâbuslardan kopup gelen karakoncolosların böğürtülerini de” işitebilirdi dikkatle dinleyenler.

“Suskunlar”da Anar’ın dili her zamanki gibi yine ironi dolu. İlk başta romanın adı: “Suskunlar” müzik ile ilgili bir romanın adı olarak cilveli bir anlam taşıyor. Fakat bundan önemlisi roman boyunca karakterleri tanıtırken kullanılan alaycı zıtlıklar. Örneğin cimriliğiyle ünlü bir adamı anlatırken “gönlü zengin biriydi” diye söze başlıyor ve o kişi için asla cimri demeden, ne denli zenginlikten yoksun bir gönlü olduğunu bir iki örnekte gösteriyor. Bu zıtlıklar sadece ironi için değil, romanda konuyu başka yönlere çekmeye de yarıyor. Mevleviliğin, hatta Doğu inanışlarının temelinde yatan çelişik düşünceleri de bu yolla besleme fırsatı buluyor yazar. Aşırı doğru olanın yanlışa kayması, aşırı yanlışa kayanın da doğru yola geçmesi ya da kimsenin duymadığı sesleri duyanın sağır olması gibi çelişkileri de romana metafizik genişleme vermek açısından kullanıyor.

Roman, yan ve roman için pek de önemli olmayan karakterlerin hikâyesiyle başlıyor ve bunlarla çok renkli bir tablo çiziyor Anar, sanki tüm şehrin ve yaşayanlarının günlük hayatlarına sokuyor okuru. Bu hikâyeleri “Muhteşem Neyzen Batın’ın mahdumu Zahir’in şehre gelmesinden önceydi” ya da “elbette bunlar Cüce Efendi’nin Sofuayyaş Mahallesi’ne gelmeden önceydi” diye ilerleyen sayfalarda neye dikkat etmemiz gerektiğini aralarda önceden haber veriyor. Daha romanın ilk satırlarından itibaren şehirde her şeyin Tağut Efendi ve Neyzen Batın’ın varlıklarıyla değişeceğini hissettiriyor.

Gerçekten de öyle oluyor. Mitoloji ve kutsal metinlerden besleyerek yarattığı bu kahramanlar, Tağut ve Neyzen Batın, şeytani ile tanrısal olanı temsil ediyorlar. Aynı temsil ettikleri gibi, onlarda doğrudan eylemde bulunmuyorlar. Kötülük ve iyiliğin yayılması için insanları kullanıyorlar. Biri Cüce Efendi’yi diğeri de oğlu Zahir’i kullanıyor. Romanın en hoş bölümlerinden biri, Zahir’in İsa peygamber ile özdeşleştiği satırlar. İsa’nın ekmek ile şarabı, eti ve kanı olarak sunması gibi Zahir de kavun ve rakıyı sunuyor şakirtlerine. Yine aynı İsa gibi gammazlanacağını biliyor ve sonu geldiğinde babasına haykırarak neden onu yalnız bıraktığını soruyor (kullandığı dil aynı olmasa da!) “Ah Beybaba! Ah be Babalık! Niye çamura yattın?”

“Suskunlar”ı okuduktan sonra, İhsan Oktay Anar’ı okurlarının bunca sevmelerinin (ve tabii benim de sevmemin) nedenini düşündüm. İlk başta, kuşkusuz, sadece ona özgü olduğu düşündüğümüz nefis bir dil üretmesi geliyor, bu dil argodan, sokaktan, tarihten, bilimden ve felsefeden eşit ölçüde beslenmiş. Sonra okuru şaşkına çeviren bir hayalgücüyle karşılaştığımızı fark ediyoruz. Belki biraz hastalıklı bile geliyor bu hayalgücü ama hiç olumsuz anlamda değil, hastalıklı çünkü “normal” sayılan her şeye karşı, her şeyin ötesinde...

Suskunlar / İhsan Oktay Anar / İletişim Yayınları / 2007 / 269 sayfa.

(Bu yazı Dünya Gazetesi Kitap ekinin 2 Kasım 2007 tarihli ekinde yayınlanmıştır)

55 yorum:

Adsız dedi ki...

Güncel edebiyat eserleri hakkında ciddiyetle ve özenle hazırlanmış nadir bloglardan biri.

Adsız dedi ki...

"Suskunlar" bence yazarın en iyi romanı. Kurgusu, dili ve mizahıyla Türk edebiyatı için büyük bir kazanç. Yazıda da değinildiği gibi roman bir çok konuya göre incelenebilir, içerik olarak çok zengin.
Blog'unuzu yeni gördüm, takip etmeyi düşünüyorum, ellerinize sağlık :)

seher dedi ki...

Nefesinizi tutarak okuyacağınız bir kitap" Suskunlar".Kitabı bitirdikten sonra "bu lezzeti bir daha tadabilecek miyim?" diye düşüneceğiniz kadar da enfes bir tadı var.İç aleminize doğru esrarengiz bir yolculuğa çıkmak için kaçırılmaz bir fırsat.Dil,üslup,imgelemler ve birçok şey o kadar yerli yerinde ki... Girdiğiniz bütün kapılar başka kapılara açılıyor ve en son kapıya gelindiğinde onun girdiğiniz kapı olduğunu anlıyorsunuz fakat tek bir farkla girşteki sizle çıkıştaki siz bambaşkasınız...

Adsız dedi ki...

İhsan Oktay Anar ustaca yaptığı benzetmeler, iç içe geçirmeler, zamansız – mekansız anlatımlar hem düşündürüyor, hem zevk veriyor. Bende kitaplarını merakla okudum.
Makamlar, enstrümanlar, karakterler ve olaylar, geçmiş ve geleceğin şimdiki zamanda anlatımı, akıllıca.
Asım ve Cüce bana bir çok noktada, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e atfedilmiş gibi geldi.
Zahir Hazretleri ( Hz. İsa ) ve Davut ( Mehdi ) geliyorlar ve Asım'ın ( Hz. Ali'nin ) itibarını kurtarıyorlar.
Cüce’nin yazdığı, Zahir Efendi’nin Davut’a verdiği Sonata Reminör nedir acaba? Veda Hutbesi olabilir mi?

Adsız dedi ki...

Roman nedir? Özetle, insanların anlayabileceği, duygu barındıran bir edebiyat türüdür. Bir yaratıcılığı, esini içerir. Bir roman ansiklopedi kültürüyle yazıldığında türünden başka bir şey olur. Osmanalıca, Arapça, Farsça sözcüklerin yoğun olarak kullanıldığı her yazı türünden ürkerim. Anlaşılmazlığın o büyülü dünyası yeteneksizliğin ustaca gizlenmesi anlamına da gelebilir çünkü. Kocaman bir Türkçe sözlük bir romanı oluşturmaya yeterde artar. Anar'ın eserleri ayrıca türkçeye çevrilmesi gerekiyor. Ayrıca Anar'ın eserlerini sonuna kadar okuyan birine rastlayamadım henüz. Samimi olalım, kaçınız rastladı böyle birine?

Adsız dedi ki...

Anar'ın romanları arasında insani ilişkilere yer yok. Soğuk ve kuru. Ne bir sıcaklık var ne de insanı saran bir duygu. Ne aşk var ne de öne çıkan tek bir kadın...

Adsız dedi ki...

Sanırım insanlar güzeli keşfetme veya ona hakkını verme yetisinden yoksun!Sığ bir dünyada yaşamanın en kötü sonucu derinliği görememek olsa gerek.Elbette eleştiri herkesin hakkı.Fakat bu,kavramsallaştırma gücü ile ölmüş bir dili bili diriltebilen,aşkı,aşkın olanı,bilgiyi ve bilge olanı ve tüm bunlar arasındaki o mistik bağı edebileştiren gerçek bir felsefeciye yöneltirken bir kez daha düşünmemiz gereken bir hak diye düşünüyorum.Yani hakkımızı hak edenler için kullanalım.İhsan Oktay Anar gibi bir yazar ve bir hoca söz konusu olduğunda cesur olalım.Ne korkak ne gözüpek,orta yol olan aklın yolunu tutalım...

ince kalem dedi ki...

BEN 17 YAŞINDAYIM VE SUSKUNLARI BİTİRDİM AMATIDA YARILADIM :D

Adsız dedi ki...

Özet bir yaklaşımla, Postmodern roman türü birbirinden bağımsızmış gibi görünen ama sonunda ortak bir temada toplanan yan hikâyelerden oluşur. Yan hikâyeler dallanır budaklanır Anar hocanın yazılarında. Ana temaya bağlanmayan birçok gereksiz hikâye adı altında gevezelik vardır. Yazılarının kurgusu da bir bütünlük duygusu içinde bırakmaz insanı. Yazarın felsefeci oluşu onu yazın alanında derinlikli kılmaz. Derin bulduğunuz anlaşılır olmayan dildir. Bu dili bilinçli olarak kullanır, Anar. Abartılı bir karmaşayı tercih eden bir anlatımı vardır. Mistik bir yapıt gücünü karmaşadan almaz. Hesse'nin Siddhartha'sı buna bir örnektir. Katmanlı,derin bir anlatım yalın bir anlatımla da gerçekleşebilir. Üst bir dil, ifadenin geniş kullanımı, yeniliği yazında bizi zorlayabilir, bunu anlarım. Örneğin böyle bir şiir bizi etkiler, sarsar. Anar'ın dili yapıntı ve özenti bir dildir. Benim eleştirim onun hocalığına ve akademisyenliğine değil, ortaya koyduğu eserleredir. Yine Anar, bir konuşmasında yazarın entelektüel olması gerekmez, demiş. Ne yazık ki kendisi bütün yapıtlarını çeşitli okumalar, bilgilenmeler sonucu oluşturmuş. Edebiyatçı kimliğinden çok akademisyenliği ağır basmış. Sonuç olarak yapıtları ansiklopediktir. Duygudan çok, bilgiye dayanır.

Murat dedi ki...

İhsan OktayAnar'ın bir eseri hatiç diğerlerinin hepsini okudum. Hepsini de beğendim. Şuanda da Suskunlara devam ediyorum.
Eserleribi beğeniyorum ama okurken kullandığı arapça-farsça-eski dilden dolayı kimi zaman işkence çekiyorum (üst üstte aynı sayfayı okuduğum bile oluyor). Biraz daha az bu günümüze çok uzak, yabancı kelimeleri kullansa çok daha güzel olur bence.

Adsız dedi ki...

bazı yazarlar vardır ki onları herkes okuyamaz yazar da herkesin okumasını istemez zaten... suskunlar geçen yıl okuduğum en iyi iki kitaptanbiriydi yazarın diğer eserlerini bu kadar tutkuyla okumadığımı söylemek istiyorum ... insan kitabın içinde kayboluyor burdaki şu imge nerden geliyor şunun asıl açılımı ne diye merak ediyorsun ve yazarı anlamak için daha çok çaba gösteriyorsun... fırsat bulunca yine okumak istedğim ender romanlardandir suskunlar... postmodernist yaklaşımın en güçlü iki temsilcisinden biridir ihsan oktay anar... felsefeden hoşlanmayan edebiyat eserinin kendisine birşeyler vermesini beklemeyen insanlar niye kitap okur bunu anlamak güçtür.herkitap insanı zorlamalı; öyle bir tat bırakmalı ki kişi bir daha okumadan önceki haline dönemesin... çok az sayıda yazar var bunu yapabilennn. "geldim gittim şöyle odu böyle oldu..." bunların yazıldığı bir çalışma zemini olmayan hiçbirşey vermeyyen aşk romanlarından Allah herkesi korusun... basit yalın anlatımlı kitaplar sadece çocuklara birşeyleri öğretmek içindir. sanat eseri bu şekilde yaratılmaz. ortaya konulmuş bir emek vardır herşeyden önce herkes buna saygı duymalıdır. yazmak özellikle de nitelikli azmak herkesin yapabileceği birşey değildir. tabii okumak da öyle bu kitaplardan birşey anlamıyorsan önce gidip anlayacak seviyeye gell ki birşeyler kazanabilesin "suskunlar"okduğum en güzel kitaplardan biridir...

Adsız dedi ki...

kitap belki güzeldir ama ben hiç bişey anlamadım okurken.hiç ilgimi çekmedi.bi kere dili çok ağır.bence bu kitabı sadece kendine yazmış.

Adsız dedi ki...

İ.O.Anar’ı anlamayı bir seviye olarak gören arkadaşa şunu sormak lazım: Okuduğumuz bilimsel makalemi ki uzmanlaşma ya da belli bir birikim seviyesi aransın? Anlaşılır ve sadeye yönelen üslup yazarın ustalığından gelir ve zordur. Roman okuyorum, elbette dili beni ilgilendiriyor, adam akademisyenliğin verdiği birikimi bana ‘roman’ adı altında sunuyorsa, elbette o eserleri edebiyat ölçüleri içinde görmeyip, eleştireceğim. Bu ülkede hukuk dili sadeleşip, Türkçeleşmemiştir, neden? Kimse anlamasın, diye olabilir mi? Anlaşılır bir hukuk dili, hukuku ortadan kaldırır mı? Söz konusu yazarın kitaplarında sadece karmaşa bir dilin getirdiği yabancılaşmayı görüyorum Bu tür yabancılaşmayı yazın alanında sevmiyorum. Sevmediğim gibi pek tekin de bulmuyorum.. Yazılanlarda felsefi bir içerik de göremedim maalesef. Felsefe anlaşılır bir şeydir, her karışıklığı felsefeye, mistisizme yormak bilinçsizliktir. Tasavvuf imasıyla yazılar döşenip derin görünmek, uçup gitmek bir felsefeyse, bilemem tabii. Yazarın bütün kitaplarında görülen dilin, o günlerde bile belli kesimlerin kullandığı bir dil olması yazarın bir yaratıcı zekâdan çok, bir uyanıklığı olabilir mi? Hele Kitab-ül Hiyel diye bir kitap vardır ki, kitaplaşma sebebi hikmeti bilinmemektedir. Bu kitabı okumuş olup da anlayan dahiler (!) varsa beri gelsin. Suskunlar’ı Mevlana yılına denk getirerek 40.adet basmak nasıl bir edebiyat duyarlığı içerir anlamak zordur. Kitabın aceleye geldiği dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır. Asıl cehalet, kitap okuma kültürünün gelişmeyişi sonucu anlaşılmayana atfedilen değer ve kutsamadır.

Adsız dedi ki...

DÜZELTME

'40. adet basmak' değil, '40 bin adet basmak' olacaktı.

Soytarı ve Palyaço dedi ki...

koşarak beri gelmeye hazırım..diyeceğim şudur ki sizin sevmediğiniz nedenlerden bu kitabı seviyorum sizin gibi gibi duşunsem umberto echo yuda orhan pamuğuda sevemizdim.yazarı eleştiri hakkınızı okuyucya bulaştırmanıza anlam veremedim diğer yazdıklarınıza anlam veremediğim gibi...

Adsız dedi ki...

benim hocam bir tane. hayatımı renklendirdiğin için teşekkürler.

xoca farzan dedi ki...

Suskunlar senfonik bir roman. Lakin yukaridaki yorumları okuyunca, romanın cumhuriyet devrimlerine karşı olduğunu hatta bilinçli şekilde dil devrimini devre dışı bırakmak için bir tertip olabileceği bile aklıma geldi! Türkçenin haysıyetini iade eden bir roman da denebilir ama nerden baktığınız önemli.
Roman anlayamıyorsanız sorun veya mes'ele sizde olabilir. Belki daha fazla okumalısınız ve yetersiz Türkçenizi geliştirmelisiniz.

her telden çalan adam dedi ki...

romanın anlaşılmak gibi bir kaygı gütmesi mi gerekir yoksa herkesin anlayamaması mı romanı gerçek bir edebi eser yapar...bu konu yüzyıllardan beridir konuşulur durur. arkadaşımın bu romanı okumayı ve anlamayı bir seviye göstergesi olarak göstermesine karşı olduğum gibi, ona karşı çıkan arkadaşıma da karşıyım. (bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyebilirsiniz:) evet, yazarın görevi bence en alt kültür seviyesine hitap etme çabasında olmak ne de elitist bir tavır takınıp anlaşılmamayı edebi eserinin merkezine koymak olmalıdır. yazarın görevi o alt kültür seviyesindeki insanları biraz olsu nkendi seviyesine çekmeye çalışmaktır. bunun için, yazar ne anlaşılmak için yazmalıdır, ne de anlaşılmamak için yazmalıdır. anlaşılan ve sade bir üslup yazarın ustalığı ile ilgili bir konu değildir. ben de anlaşılır ve sade bir üslüpla bir roman yazabilirim pekala. fakat bu roman bir edebi eser olur mu, olmaz mı o tartışılır. bence olmaz. roman nedir diye soran arkadaş var bir de. ansiklopedi kültürü filan demiş. kendisi gibi düşünse idik, umberto echo gözümüzde bir hiç olabilirdi. fakat o bugün dünyanın en iyi yazarlarından biridir. ve kendisi bir roman yazabilmek için bir sürü yazma eser okur. anar'ın eserlerini sonuna kadar okuyan birine rastlamayan arkadaş, şimdi rastladın.:) ben ilkim herhalde. benim çevremde bir çok kişi de var. onlarıda tanıştırabilirim sana.

anar'ın uslubu çok farklı bir üslüptür. ne dil devirmini geriye götürmek gibi bir çabası, ne de türkçe yi kurtarmak gibi bir misyonu vardır. bazı sözcükleri dezenformasyona bile uğratmıştır anar (tekila: tek-i âla) bunu sözcüklerle yapılan bir oyun gibi algılamadıkça anar'ın uslubunu anlamak imkansızdır. evet, bazı sözcükler osmanlıcadır, farsçadır, arapçadır; fakat bazı sözcükler yapmadır. ne osmanlıca ne de farsçadır. anarcadır. bunu bilirsek daha sağlıklı yorum yapabiliriz sanırım. kocaman bir türkçe sözlük olayına gelince, oraya hiç girmeyelim çıkamayız.:)

hasan ali toptaş bir ara " ne yazdığım değil, nasıl yazdığım önemlidir" demişti. sanırım bunu anlamadan eleştiri yapılıyor. bunlarıda ciddiye almak zor oluyor haliyle. anar romanlarında felsefi bir alt yapıda var fakat çok derin bir altyapı değil bu. pop-art bir yaklaşım. bu felsefi alt-yapıyı anlamak tabii her yiğidin harcı değil (kitab-ül hiyel niçin yazılmış diyor arkadaşın biri, bunu anlayabilmesi için calûd ve davud'un iktidar hikayesini bilmesi gerekiyor.[golaith&david])tabii bu benim çıkarımım.yazar çıkıpta, hayır, benbir erotik hikayeyi, kendi sülub çercevesinde anlattım da diyebilir. aslında bu, yani romanda herkesin farklı bir felsefi alt yapı bulması, romanın ne kadar güçlü bir roman olduğunun kanıdıtıdır.

yapıtların ansiklpedik bilgi olmasıda, romanlarının edebi bir geçerliliği olmadığı anlamına gelmez. verdiğim umberto echo örneğini yeniden verebilirim bu bağlamda. hatta anar romanlarının duygu içermediği konusuna katılmıyorum. bu sadece dilden kaynaklanan bir şey. kitab-ül hiyel'e bakarsak, erotik bir hikaye'de görebiliriz. suskunlar'a bakarsak, orada aşkı için yanıp tutuşan bir delikanlı vardır mesela. fakat bu, üslubun önüne geçmez hiçbir zaman.

tabii post-modernizm denen olayı kavrayamamış bireylerle burada ne anlatıyorum onu da bilimyorum.:)iyi ki pastiş, parodi filan kullanmamış üstad. o zaman da kimbilir hangi ithamlar ile karşı karşıya kalacaktı.

post-modernizt romanın tarihi figürleri artık sıradan askerler(puslu kıtalar atlası), küçük buluşlar peşinde koşan mucitler(kitab-ül hiyel), e kadınları, savaştan dönen insanlar, çocuklar, nakkaşlar(benim adım kırmızı) gibi sıradan insanlardır. temsil ettikleri ise, tarihi dönee özgü oluşları değil; bu kişilerin kendi insani oluşları, bireysel kimlikleridir. bütün bunlar gösteriyor ki, post-modernist romanınbu bağlamda gerçekleştirdiği en öneli işlem, sıradanlaştırmadır. o, bunlar aracılığı ile "yüce tarih"i profanize eder. sonuçta oluşan "özgür oyun, yoğrulabilirli, açık uçluluk, tarih olmayacak bir tarih, tarih olacak bir tarih"tir.

tabii bunları hala hakim anlatıcı döneminde kalmış zihinlerin anlamasını beklemiyorum. hala daha yazar anlaşılmalı ım anlaşımanalı mı argümanı içinde kalmış beyinlerin anlamıs güç şeyler bunlar. sanat'ın, roman'ın topluma bir şey katması gerektiği düşünecsinden kopamamışlar, tanzimat dönemine ait romanları okuyup sevebilirler, bu normaldir. fakat herkes sizin gibi değil. değişen bir dünya var ve algılama seviyeniz bu dünyayı algıyamıyor diye o dünyayı tukaka etmek çok basit bir psikolojik reflekstir.

bilgilerinize.

Adsız dedi ki...

Sizlere göre Anar’ın öyle anlaşılmak gibi bir derdi yok. Yorum yazan bir arkadaşın dediği gibi, ben de soruyorum kendime: Bir yazar, kitaplarını anlaşılmak için yazmıyorsa 40 bin adet niye bastırsın?

her telden çalan adam dedi ki...

40 bin olayını dilinize dolamışsınız bakıyorumda.:) neden bu kadar şaşırdığınızı anlayamıyorum. 40 bin o kadar büyük bir rakam değil bu bir(gerçi türkiye'de elli bin sattıysanız çok başarılsınız) ikincisi ihsan oktay anar'ın belirli bir kitlesi var zaten.:)

sanırım siz suskunlar için diyorsunuz bu 40 bini. suskunlardan önce yazarın dört kitabı daha var (bilmeyenelr için, amat, kitab-ül hiyel, efrasiyab'ın hikayeleri, puslu kıtalar atlası) ve kemik bir okuyucu kitlesine sahip. heryeni romanında da bu okuyucu kitlesini büyütüyor.

bu rakama neden takıldınız onu anlamadım. :) demek ki kendi okyucu kitlesini böyle bir rakam olarak görüyor. ya da o kadar satacağına inanıyor.

neden bu rakam taktığınız anlamıyorum. ayrıca ben anlaşılmak gibi bir derdi yok demedim. derdi nedir ne değildir bilemiyorum ama anlaşılmamak gibi bir amacı yok yok dedim. "anlaşılmak gibi bir derdi olmamak" ile "anlaşılmamak gibi bir amaç gütmek" aynı şeyler değil takdir edersiniz ki.

sizin gibi düşünseydik, x yazarın madem anlaşılmaka gibi bir derdi yok neden milyonlarca baskı yapıyor demeliydik.:) sevilince yapılır tabii efendim.:) dünya üzerinde böyle yazarların sayısı çoktur.

Adsız dedi ki...

Bir arkadaş Umberto Eco’dan, Orhan Pamuk’tan söz etmiş. Onları sevdiğinden söz etmiş. Her iki yazarı ben de severim. Bir diğeri, Anar’ı eleştirmemi sığlığıma, yeterince kitap okumama, felsefeden anlamama yormuş. Sizlerin okumadan anladığınız bir eleştiri karşısında objektif olmaktansa egonuzu parlatmak için ince yollu göndermeler yapıp ne kadar akıllı olduğunuzu kanıtlamaksa, kendinize kalsın o değerlendirmeler. Söz açılmışken, söyleyeyim: Orhan Pamuk, Kara Kitap’ında işlediği konunun benzerini Anar bütün kitaplarında yapıyor. Ama Kara Kitap’taki dil ve anlatıma dikkat edin lütfen. Post-modernizmin sağlam bir örneğidir. Dilin çok güzel ve yerinde harmanlandığını görürsünüz. Türkçeye hakkını da verir. Ustaca kurgulamıştır ayrıca. Umberto Eco da romanı için çeşitli kaynaklardan beslenir, ne ki diline özen gösterir, anlaşılmazlık ardına saklanarak soyutluktan kendine pay çıkarmaz. Bir arkadaşımız ‘Anarca’ dili diye methiye dizmiş. Sen hiç Evliya Çelebi okudun mu arkadaşım? Belki okuduğunda ne demek istediğimi hissedersin.

Adsız dedi ki...

Suskunları bitirmek üzereyim. Romanda çok fazla bilgi istiflenmiş bence. Eğer bu alanla ilgili çok bilginiz yoksa belki de sıkılırsınız kitaptan. Bir de benim gördüğüm bilgi yanlışları var kitapta. Birincisi pervelli İskender İkindi namazını İslam dinine göre kılınması yasaklanmış bir vakitte (kerahat vakti)kılıyor.Buna çok takılmadım başta belki karaktere uygun yazılmıştır diye. Çünkü müslüman görünümlü ama onun sıfatlarını çok da taşımayan bir karakter. Ancak 251. sayfaya gelince fikrim değişti. Kütüb-ü sittenin içinde yer alan kitapların tefsir olduğu yazılı. Kütüb-ü sitte altı hadis kitabının toplandığı bir kitap bildiğim kadarıyla. Yani içindekiler Kur'an'ın yorumu değil bizzat Peygamberimiz'in sözleri.Evet bilgiyle dolu bir kitap ama bazı yanlış bilgiler de söz konusu. Ayrıntıcı davranmış olabilirim ancak bunlar da çok okunan bir yazar için yapılmaması gereken yanlışlar bence.

Adsız dedi ki...

Anar'ın bütün kitaplarını okudum. Her biri birbirinden güzeldi. Bunun yanında Suskunlar yer yer çok sıkıcıydı. Hikaye inanılmaz olsada bazı betimlemeler o kadar uzadıki içim sıkıldı bence sırasıyla...
1- Puslu Kıtalar Atlası
2- Kitabul hiyel
3-Amat
4-Suskunlar
5-efrasiyabın hikayeleri

Adsız dedi ki...

Ben de kitabı okudum gayet güzeldi alıştığımız tarzların dışında. Üslubu ve betimlemeleriyle insanda farklı bir tat bırakan bir kitap. ama şunu merak ediyorum kitap 3 bölümden oluşuyor yegah,dügah ve segah bunun nedeni nedir?Bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim.

Adsız dedi ki...

yegah, dügah ve segah klasik türk müziğinde makam adlarıdır. yazar bölümlere daha ender kullanan bu makamların adlarını vermiş.

her telden çalan adam dedi ki...

benim teorim ise şöyle (tabii doğru olmayabilir); yegah, etimolojik olarak incelendiğinde farsça, yek yani bir ve gâh yani yer birleşimiyle yegâh birinci yer anlamına gelmektedir.

segah iki,dügah ise üç anlamına gelir.

bundan dolayı olabilir.

Adsız dedi ki...

Bunların klasik türk müziğinde makam adları olduğunu biliyorum.Bu konuda daha ayrıntılı bilgiye ihtiyacım var yazılı sorumuz başka ayrıntılı açıklaması olanlar varsa sevinirim

çamur dedi ki...

ihsan hoca ya ne sığ yorumlar yapılmış böyle. anlamayanlara tavsiyem kendilerini fazla zorlamasınlar.

Adsız dedi ki...

Anlamayanlara tavsiye vereceğine Türkçe nasıl yazılacağını öğren. En azından burada yorum yapanların olumlu olumsuz tespitleri var. Bir yargıda bulunacağına, bir yorumun varsa, yaz da bilelim ne kadar derin olduğunu.

kaan dedi ki...

arkadaşlar kitap neden yegah dügah segah diye bölümlere ayrılmış sadece kitap musikiden söz ediyor bunlarda birer makam adıdır o yüzden mi? sadece o yüzden olduğunu düşünmüyorum ama o kısmıda bulamıyorum bulmama yardım edecek varsa lütfen yazsın neden kitap bu isimler altında bölünmüş olabilir sizce?

Adsız dedi ki...

Ben de bununla ilgili yorumları bekliyorum kitabın 137 ve 138. sayfalarında bununla ilgili ipucu var ama bağlantıyı kuramıyorum yardımcı olursanız sevinirim

Adsız dedi ki...

hocamizin yazdigi kitabin bölümlein adinin bence kitapta da geçtigi gibi maneviyatlta ilgili aynı zamanda musuki ile ilgili olmasının da etkisi var

Adsız dedi ki...

Hani yazara methiyeler düzenler neredesiniz? Bak bir yorumcu arkadaş, okuduğu kitabı değerlendirme güçlüğü çekiyor. Niye arkadaşa yardımcı olmuyorsunuz? O kadar bilgi yığını haline gelmiş ki kitap, insan ister istemez soruyor: yazar kendi yazdıklarını anlayabiliyor mu, acaba? Neo-Osmanlıca bazen insanı bu tür tuzaklara düşürür maalesef…

Adsız dedi ki...

arkadaşım anlamıyorsan okumazsın bu kadar basit. ha, ben zaten okumadım diyorsan nasıl eleştirebiliyorsun bu bir, okudum diyorsan nasıl bu kadar subjektif eleştiri yapabiliyorsun bu iki. insan anlamadığı şeyi eleştirir ve anlamadığı şeyi beğenmez. buraya gelip dil faşizmi yapmanın bir anlamı yok. yukarıda cevapta verilmiş soruya. ayrıca bir metni herkes aynı şekilde yorumlayacak diye bir kaide de yok. zaten ben de burada bu kafadakilere neyi anlatıyorum bilmiyorum. eminim sen orhan pamuk'u okuyup anlamayan, anlamadığı içinde onu yerin dibine sokan güruhtansın.

Adsız dedi ki...

Orhan Pamuk her şeyden önce haklı bir yer edinmiştir. Sen Orhan Pamuk'la Anar'ı yanyana nasıl getirebiliyorsun, anlamadım. Her iki yazar arasında farkı göremediğine göre, ahkam kesme oradan. Orhan Pamuk post modern edebiyatının dünyaca bilinen, kanıtlanmış bir örneğidir. Yazılarında hem doğuya hem batıya dönük yüzümüz ustalıkla sergiler. Anar tamamen Osmanlıcıdır. Bir yorumcu arkadaşın belirttiği gibi de anlaşılmazlık işine gelir. Hem dil faşizmi ne demek? Türkçeye sahip çıkmak, savunmak ne zamandır faşitlik oldu? Soru soran arkadaşa cevap ver sen önce. O cevap verilmiş değil çünkü.
Burada bildiğim kadarıyla herkes eleştiri yapma hakkına sahip. Bu totoliter tutumunuz nedir? Sitenin sahibi misin? Kapat beğendiğin yorumları yayınla o zaman...

Adsız dedi ki...

Yolculuğa hazır mısın?




Genel manada İhsan Oktay Anar Hoca ile ilgili tüm bilgileri bulabileceğiniz bu site size, hocanın ufukları dolduran hayal gücüne hayran bıraktıracak ve Kitaplarıyla ilgili kürsülerde yetkin eleştirmenler ve tartışmacıların heyecanınına ortak olaileceksiniz.

Sende bu sanal dimağa bir taş koymak istersen ki istersin, buyur gel. Amat kalkmak üzere, rota çizili Puslu Kıtalar Atlasında, korkma Yafes Çelebi yaptı, Debbabe gibi sağlam gemi, illaki terennüm edecek arka fonda Yegah makamıyla bir armudi kemençe...

Buyur sen de gel Efrasiyab nasılsa fethedecek alemi.

Dip not: Etkinlik için üyelik işlemlerinizi gerçekleştiriniz

http://www.ihsanoktayanar.com

foxriver dedi ki...

Bazı eserler vardır anlaşılabilmesi belli bir altyapıyı gerektirir. Bu altyapısı olmayanlar okuduklarını anlaşılmaz olmakla suçlamak yerine kendilerinin anlayamadıklarını söylemeleri daha doğru olacaktır kanaatindeyim. Bu iddia sahibi arkadaşlar Mevlana'nın Mesnevi'sini okuduklarında anlayamıyor olmalarını Mevlânâ'ya değil kendilerine atfetmelidirler. Sen belli bir aydınlanmaya ve fikirsel ve entellektüel bir tekamüle ulaşamamışsan bu yazarın değil senin hatan olmalıdır. Böyle bir eleştir olamaz.
Bu arada bir arkadaş kitapların tamamını bitirebilen bir arkadaş var mı demiş. Ben bitirdim. Hem de büyük bir keyifle. (Bu kitaplara neden film çekilmediğine de hayıflanarak.) amat'ı okuma için bir sözlük gerekti ve sözlük yardımıyla okudum. Hiç de gocunmadım. Çok şey öğrendim. Kolaycılık ruhumuzda var. Sıkıya gelemiyoruz. Biz yazılanların seviyesine çıkmak yerine onların bizim seviyemize inmesini beklemek; kendi seviyemizin olması gereken yegane seviye olduğunu iddia etmek gibi bir haldir.
Bir arkadaş da, kullanılan kelimelere takılmış. Bir çok osmanılca-türçe kelime ve kavramın salt türkçe ( ne demekse ) bir kelimeyle ifadesi mümkün olmamaktadır. Çünkü kelimelerin bir ruhu ve backround'u ( arka planı, at yapısı,) var. Kullanıldıklarında çok derin anlamlar ifade edebilmekteler. Bunu kuru bir türkçe kelimeyle karşılamak bazen mümkün olmayabiliyor. Dil üzerinden insanlar arsında kutuplaşma ve ayrıştırmaya gitmenin de çok sağlıklı bir iş olmadığını düşünüyorum. Hoşçakalın...

Adsız dedi ki...

Entelektüel dürüstlüğü olan herkes Anar’ın eserlerindeki kuruluğu, ruhsuzluğu sıkıntı derecesindeki mükemmellik takıntısını görmezden gelemez. Kolaycıymışız efendim. Mesnevi’yi anlayamazmışız. Hala okuyor ve anlamaya çalışıyorum. Anar’ın eserleriyle Mesnevi nasıl yan yana geliyor anlayamadım. Sözlükle okumuş kitaplarını arkadaş. İyi okumalar! Anar’ın romana kattığı hiçbir şeyi olmadığı gibi yazdıkları abuk subuk. Siz bu abuk subukluğu bir hikmet olarak görüyorsanız, bilemem. Ne tasavvufi ne de öyle katmanlı ince göndermeleri olan konusu var kitaplarının. Günümüzün modası neo-osmanlıca… Anar bunu, benzeri yazarlar gibi bir güzel kullanıyor.

Adsız dedi ki...

Suskunları okudum.ben nasıl daha önce bu yazarın hiç bir kitabını okumadım diye çok hayıflandım doğrusu.Hiç bitmesin istedim,bir yandan bitsin diye beklerken.başka bir alemde hissediyor insan kendini.ve konusu ile ilgili ilk yorum tamamen düşüncelerime uygun.Bu kitap ancak bu kadar güzel özetlenebilir.Açıkçası böyle bir kitap nasıl özetlenebilir o kadar uçucu bir şey ki derken...güzel olmuş.

Fly dedi ki...

Birgün Sahaflar Çarşısından bir kitap alayım dedim ve kitapçı "Size bir kitap önereceğim hayran kalacaksınız." dedi. Ben de mâdem öyle alayım dedim ve İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar isimli kitabını aldım. Okumaya devam ettikçe anladım ki, kitapçıyla zevklerimiz uymuyor. Çok abartılı tasvirler insanı bunaltıyor, kişiler arasında bağlantı kurulamıyor, bir plan dahilinde gidilmemiş gibi gözüküyor,sanki yazarın aklına ne gelmişse yazmış gibi bir hava var, cümleler süslü olsun diye çeşitli kelimeler kullanılıp tekerleme havasına sokulmaya çalışılmış, bazı iğrendirici şeyler komikmiş gibi anlatılmaya çalışılmış, okudukça yok daha neler dedirten saçmalıklar var,abartılı bir anlatım var. Bence bu kitap türüne roman değil de gezi yazısı ya da tasvir dersek daha doğru olur, çünkü olaylarda bir bağlantı yok. Bu kitabı bitirmeye çalışanlar benim gibi sabır göstermeli.

Onun dışında kitapta bolca kelime kullanayım derken bir hata yapılmış,onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Kötü kokular "burcu burcu kokuyordu" diye anlatılmaz, burcu güzel kokuyu anlatmak içindir. Oysa yazar sadece kelime kullanabilmek için 2 defa lağım kokusu gibi kötü kokuları burcu burcu kokmak ifadesiyle yazmıştır.
Bazı ikilemeler sık sık geçtiği için de sıkıcılık kazandırmıştır.Ayrıca bilmediğimiz Arapça, Farsça kelimelerin olması da anlaşılmazlık oluşturmuştur.

eylem dedi ki...

sayın adsız, bence siz kendinize bir ad bulmaktan bile aciz kalmışsınız ki kalmış birde son dönem türk edebiyatına yeni soluklar kazandıran, saçmasapan aşkı anlatıyor adı altında yazılan edebi niteliği olmayan kitapların popüler olup satış rekorları kırdığı ve insanların da malesef ki sizde de görüldüğü gibi iyi ve kötü eseri ayırt edemediği aşkı sadece kadında yada erkekte arayan illa klasik türk filmi tadında olsun diye diretip tekdüzeliğe bağnazlık boyutunda bağlı kişiler yüzünden yaratıcı kişelere yer veremiyor bu insanlar.kitabı dili agır diye eleştiriyorsunuz fakat bu sizin kitaba önyargınızdan kaynaklanıyor. kitapta fazlaca eski kelimeler olabilir fakat bu olay döngüsünü anlamaya engel değildir. bazı kelimelere ve cümlelere dikkat ederek okuduğunuzda kelimelerin müzik aletlerinin seslerini taklit ettiğini anlayacaksınız. ki anlamı anlamanıza bile gerek kalmadığını görecekiniz. herkes her kitabı sevmek zorunda değil fakat daha etik eleştirmek zorunda.

fly dedi ki...

Eylemnazlı, "Herkes herşeyi beğenmek zorunda değil" demişsiniz,etik eleştiriden bahsetmişsiniz ancak siz de adsızın eleştirisini beğenmemişsiniz ama hakarete varan, özensiz bir üslupla eleştirmişsiniz. "aciziyet" ve "bağnazlık" ne demektir?
Sanırım 16.06.09 tarihli eleştiriye cevaben yazdınız. Ben de o adsıza katıldığımı belirtmek isterim ne yazık ki,bu kitap benim için bir hayal kırıklığı, çok zorlayarak bitirdim.

Ayrıca bir kitabın satış rekoru kırması onun çok başarılı olduğu anlamına gelmez, moda kitaptır. Başarı ise yıllar sonra bile okuanan kitaptır.

İyi ve kötü herkes için değişebilir, görecelidir. Bu konuda kimseyi "sen ayırt edemiyorsun" diye suçlayamazsınız. Ortada bir eser varsa ve insanlar tarafından okunuyorsa, olumlu eleştiri geldiği gibi olumsuz eleştirinin gelmesi de normaldir. Çünkü herkesin zevki farklıdır. Önemli olan üslup ve saygıdır.

Kitaba önyargıyla bakan bir insan onu okumak için alır mı? Nötr bakarak almıştır, okudukça sıkıldığı için öyle bir eleştiride bulunmuştur.

Eleştinizdeki tonunuz karşı tarafı suçlayıcı ve sanki beğenmek mecburiyetindeymiş gibi geldiği için böyle bir yorum yapmak istedim. Yoksa kimsenin savunmasını yapmıyorum. Adsız gelip kendini savunsun :)

yasemin dedi ki...

bence çok güzel bir romandı.roman diline gelince, evet eski kelimeler çok fazla ama bu durum romanı anlamayı zorlaştırmadı kendi adıma. bir solukta bitirdiğim bir roman. "sanat sanat içindir" görüşünü benimsediğim için yaratılan şey güzelse sanat eseridir bana göre. suskunlar güzel. herkesin anlaması gerekmez güzelliği. farzı misal bir tablonun mesajını herkes anlamadı diye o tabloya sanat eseri değil diyemeyiz değil mi ama?

Aydin Karaman dedi ki...

İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar romanını bir arkadaşım tavsiye etti. Kendisini ilk defa bu romanıyla çok kısa bir süre önce tanıdım. Genel olarak çok farklı bulduğumu söylemeliyim. Bir ırmak, nasıl küçük çaylardan derelerden yan kollardan beslene beslene büyür çoşar çoşturursa, küçük hikayelerin büyük bir romana dönüştüğü bu yapıt da aynı etkiyi yaptı.

Bu blog kitabı çok büyük oranda anlatmış diye düşünüyorum. Tek ekleyebileceğim şey, Eflatun'un kendisini çağıran sesi bulmak için İstanbul'un o dönemki sokaklarındaki gezintisini, adeta onu takip eden bir kameranın objektifinden seyrettiğim hissidir.

Bir de yorum yapanlara bir çift lafım olacak. Bir romanı beğenmeyebilir, dilini ağır bulabilir hatta anlamayabilirsiniz. Ancak anladığını beğendiğini söyleyen kişilere saldırgan tavırlar içinde olmak, eleştirinin, yorumun dışına çıkmak olsa olsa cahilliktir. Çünkü cahillik ancak bu kadar saldırgan yapabilir bir insanı...

Diğer bir konu da "Öz-Türkçe"cilik yapıp, yabancı kelimelerin soyunun sopunun peşine düşmek, özellikle de "Farsça" ve "Arapça" kelimelerle karşılaştığında çıldırmak en hafif tabirle nedir siz kendiniz düşünün. Edebiyat-sanat eleştirisi yapar gibi görünüp, aslında SIĞ-SİYATETinizin tuttuğu iplerin ucundaki kuklalarsınız.

Aydın Karaman

Adsız dedi ki...

Kitap ta hiç güzel temiz bir mekan yok.Sürekli mide bulandırıcı pis yerler geçiyor.Okurken midem bulandı bazı yerlerinde.İstanbul o dönem o kadar pis mi? Nasıl oluyorda adamlar şarapla oruç açarlar?İnsanlara din sadece abdest almak ,adam öldürünce gusul abdesti almak gibi gösterilmiş.Yazarın Koku adlı başka bir romandan etkilendiğini düşünüyorum.

esin dedi ki...

böyle bir yazar daha tanımıyorum..suskunlar,puslu kıtalar atlası ve kitab'ül hiyel'i okudum..mükemmel tabi ki değil..sadece yazılmak istenmiş bence..bayıldım..

Adsız dedi ki...

Benim en çok etkielndiğim kitaplardan biri. İlk okuduğumda bu kitaptan aldığım hazzı arkadaşıma anlatırkenki heyecanımı unutmuyorum. En sevdiğim bölüm de kitabın 137 ve 138. sayfasında anlatılanlar. Tam kutsal metinlerdeki Yaradılış hikayesi. 6 günde yaratması ( Kaos-toprak-bitkiler-gökyüzü güneş ve ay- deniz canlıları- insanın yaradılışı sırayla gün gün anlatımış ve 7. günde dinlenme. Bu olayın müzikteki makamlarla anlatılması...Dile gelince dil evet ağır ama aslında yanlış bildiğimiz ya da bilmediğimiz kelimelerin, deyimlerin doğrusunu bu kitapta öğrendim....İnsanın yaradılış hikayesidir bu kitap. Asım 'ın sonunda Tagut çıkması... Kelime oynu yapılmış... Asım 'ın anlamı günahlı kabahatlidir bildiğim kadarıyla.İnsanın yaradılışında "yılan" figürü vardır. Sümer mitolojisindeki İnanna'nın "huluppu " ağacı onun içindeki yılan figürü ... Her şey var bu romanda...Mitoloji, Kutsal kitaplar, müzik, eski İstanbul, anlatı geleneği, masalsı öğeler...

Adsız dedi ki...

Eylemnazlı,
Nedir bu şimdi? Edebiyat yorumumu yoksa futbol amigoluğu mu yapıyorsun? Bir daha söylüyorum, Anar'ın yazdıklarında kadın yok, aşk yok, insani ilişkiler sıfır. Yazılanlar düş gücü değil, yabancılaşmanın hat safası. Edebiyat ne kadar karıştırırsan değerli olmaz, bulamaç olur. Ama sen bulamaç seversen o başka! Saldırganlığı bırak sen önce okuduğundan ne anladığını yaz!

nevermore dedi ki...

Suskunlar sadece basit bir kitap değil, hangi perdeden üflediği belirsiz olan bir nağme...
Anar'ı eleştirdiğim tek yer, çoğunlukla kafasındaki bir fikri anlatmak için kurguyu duruma göre yaratıyor yada bazı yerlerde takip edemeyeceğiniz kadar zorluyor. Her yeri mekanı, insanı detaylarına kadar betimlemek bazedn insanı yorabiliyor. Uslubun bazı bölümlerde daha da basitleştirmesi gerekiyor gibi. Herşeye rağmen bu yazarla aynı dönemde yaşadığım için çok gururluyum.

elif dedi ki...

Aşk yok, diyenlere aşkın ne olduğunu sormak lazım evvela... Ayrıca karmaşık bir dil ve akademik bilgi birikimini kullanması örtbas etmek değil; üstünlüktür. Onca karakterden, hikayeden bir kurgu yaratabilmek yetenektir. Romancılık sadece yalın bir dille duygu ve gözlemlemleri iletmek değildir. Edebiyatı nasıl bir kalıba sokmaya uğraşırsınız ki... Emek olmayan, zeka olmayan ve duygu olmayan roman sanat değildir. Anar 'ın kitaplarında fazlasıyla emek, zeka, gözlem ve duygu var. Duygu illa ki kişiler arası ilişkilerde işlenmek zorunda değildir, ikisinin tadı çok farklıdır, ayırdımına varın yahut okumayın, yahut okuyup çok başarısız diye eleştirip zevk filan alın ne bileyim...

EMİNE ÖZTÜRK dedi ki...

daha önce puslu kıtalar atlası ve amatı da okumuştum.. gerçekten İhsan oktay anarın romanlarını bir kaç cümle ile anlatmak imkansız.. bir kaç ana hikayenin çevresine dolanan bir sürü hikaye.. sıradan bir yazar onun anlattığı kısa bir hikayeden bir roman yazabilirken... üstad 200 - 270.. sayfada yüzlerce hikaye anlatıyor.. ve ihsan oktay'ın romanları benim için hiç bitmiyor.. romanlarındaki gibi bir döngü halinde defalarca okunuyor benim için... zihnimi yoran bir taraftan da besleyen simgesel anlatımı da bir harika.. bu arada sizin paylaşımınız da çok güzel... bana da beklerim..

kitaplarimolmadanasla.blogspot.com

Adsız dedi ki...

çok iyi kitap.gerçekten çok iyi kitap.

Guvenc Gorgulu dedi ki...

İhsan Oktay Anar'ın "SUSKUNLAR"'ı her seviyeden insanın okuyabileceği türden bir eser. Fakat her kesin kendine göre bir şeyler anlayabileceği de aşikar. Eserle ilgili yorumlarda Arapça, Farsça, Osmanlıca çok kullanılmış gibi ifadeler var. Bu toplum tarihi ile vardır. Suskunlar'da geçen olayları, mekanları, şahısları ve bazı amelleri anlatabilmek için bu dillere ihtiyaç kaçınılmazdır. Suskunları anlamak için Osmanlı Tarihi, dinler tarihi, musiki, İstanbul konularında bilgi sahibi olunması iktiza eder. Ha bunlar olmasa da kitaptaki hikaye kabaca anlaşılabilir. Bu ifadeler İhsan Hoca'nın diğer kitapları için de geçerlidir hatta pek çok kitap için öyle. Ben kendi adıma İhsan Oktay Anar ile çağdaş olmaktan çok memnunum.

fuimaranwe dedi ki...

Ahmed-i sani = II. Ahmet

Unknown dedi ki...

Yorum gibi yorum