Flaman ressamların aile yaşamından sahneleri tablolarını taşımaları, kadının toplumsal konumunun yüzyıllar sonra belki de değiştiğinin işaretini veren ilk sinyallerdi. Avrupa’da, özellikle de Hollanda gibi kuzey ülkelerinde, on yedinci yüzyılda nükleer aile kavramı oluşmaya başladı. Yeni aile düzeniyle birlikte kadının önemi arttı. Örneğin Vermeer’in tablolarında nakış işlerken, kitap okurken ya da bir enstrüman çalarken resmedilen kadınlar, bir yandan da ev içinde kadınların nasıl giyindikleri, nasıl davrandıkları hakkında bize bilgi verirler. Sadece evin hanımları ile sınırlı kalmaz Vermeer’in konuları, evdeki hizmetkârları çamaşır yıkarken ya da mutfakta görüntüler.
Edebiyatta kadınların gündelik yaşamlarını konu edinen eserler ise çok daha geç bir tarihte ortaya çıkmaya başladı. Resimde Kuzey Rönesans’ı olarak bilinen dönem edebiyata çok daha sonraki yıllarda ulaşmış, çağdaş aile düzenini anlatan romanlar ise ancak yüzyıl sonra yazılmıştır. İlk başlarda sadece konu olarak sanatta yer alan kadın, ilerleyen dönemlerde kadının sesini de yansıtır oldu.
Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan Ayşe Sarısayın’ın “Karakalem Resimler” adlı öykü kitabı, Vermeer’in tabloları gibi okuru ev içlerine, özel yaşam alanlarına sokan özelliğe sahip. Sarısayın’ın daha önceki öykülerinden alışık olduğumuz konular bu yeni kitabında da yer alıyorlar. Yazar, özellikle kadın dostluğu, komşuluk, anne-kız ya da kız kardeşler arasındaki ilişkiler etrafında geliştirmiş öyküleri.
“Karakalem Resimler,” dört kısa öykü ve birkaç bölümden oluşan bir novella’dan oluşuyor. Ayşe Sarısayın’ın öykülerinde dikkat çeken şeylerin başında, şiire yapılan göndermeler gelir. Bu kitapta da her öykünün başında, sanki o öyküye açılan bir pencere gibi duran, dizelere yer vermiş yazar. Öykülerin şiirden beslendiği, hatta alıntı yapılan dizelerin açtığı yoldan gidildiği izlenimi veriyor. “Kadın edebiyatı” ya da “kadın yazarlar” türünden genellemelere yakın durmasak da, Sarısayın’ın öyküleri hem ele aldığı konular açısından hem de öykülerin sahneleri açısından kadınsı bir dünyanın sesini duyuruyor bize. Öyküleri tiyatro sahnesinde gibi algılarsak, yazarın kullandığı tamamlayıcı objeler de aynı bu kadınsı dünyanın bir parçası olarak görülebilir. Bir öyküde porselen takım, diğerinde çamaşır sepetinin kenar süsü danteller, öykülerin dekorlarını da feminen bir atmosfere sokmayı başarıyor.
Sarısayın’ın öykü kahramanları kadınlardan oluşuyor; çoğunluğu erkekler tarafından terk edilmiş kadınlar. Bu yüzden erkekler yokluklarıyla hissettiriyorlar kendilerini. Bazen uzun yıllar hapiste kaldıkları için, bazen de yıllar önce evi terk ettiklerinden… her durumda, varlıkları uzak bir yere ve zamana ait.
Kitabın en etkileyici öykülerinden biri “Kristal Küre” adını taşıyor. Bu öyküde yazar çok akıllıca kristalin moleküler yapısı ile evlilik arasında bir benzetme yapıyor. “Katı bir maddenin atomlarının kesin geometrik bir yapıda olmasına kristal deniyor. Cam ve plastik dışında tüm katılarda atomlar tekrarlı bir sıra şeklinde dizildiklerinde kristal ya da billur oluşturuyorlar. Üç boyutta tekrar eden bir düzen… (…) Kristal yapı, tekdüze ve sıkıcı olmalı bu tanımlara göre. (…)”
Tek düze evlilik yaşamı ile kristal molekülleri arasında kurulan hoş benzetme, daha sonra bir kristalin kırılabilir özelliği ile yeni bir anlam katıyor öyküye “oysa benim meselem hem sayısız parçaya ayrılabilen ışıltılı bir nesneyle, hem de üç boyutta tekrar eden bir düzenin bozulmasıyla” ilgili. Ne denli itinalı yapıştırılsa da asla eski pırıltısına kavuşamayacak olan kristal küre gibi, evlilik de bir kez zedelendikten sonra asla eski parlaklığına kavuşmayacaktır. Ve öykünün kahramanı, evliliğindeki kırılmalar yüzünden tüm yaşamını paramparça olmuş bir kristal küre gibi algılamaya başlar.
“Karakalem Resimler”de çok sevdiğim bir diğer öykü “Yarım Kalmış Bir MS Öyküsü” oldu. Ayşe Sarısayın öykülerinde iki farklı ses kullanmayı seven bir yazar. Kuşkusuz bu iki seslilik öykülerine derinlik kazandırıyor. Genelde italik ile ayırdığı ikinci ses, ya eskiden anıları düşündüren ya da paralel bir yaşamı anlatan bir ses olarak yer alıyor. “Yarım Kalmış Bir MS Öyküsü”nde iç içe geçen birçok öykü bir merkezde toplanarak anlatılıyor. Orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğimiz bir kadın, tedavisi için geldiği hastanede koluna bağlanan serumu bir yandan damlarken, bir öykü okumaya başlar. Okuduğu öyküdeki kadın ile kendi yaşamı arasındaki paralellik can acıtıcı bir boyuta dayanır. Bu iki öykü iç içe anlatılırken, yandaki yatağa gelen bir başka kadın, okumasını yarıda keserek kendi hayat hikâyesini anlatmaya başlar. Böylece üç kadın kahramanın öyküleri birbirlerine karışır. Birisinin geçmişi, diğerinin geleceğinin habercisidir sanki. Terk eden kocalar da öykü kahramanının kaderini belirler sanki.
Bu öykünün kurgusal açıdan çok başarılı olduğu söylenebilir. Geçmiş, gelecek ve kurgusal olan aynı hastalığa yakalanan üç farklı kadını hikâyelerin ötesinde birleştirir. Bu öyküde çok hoşuma giden bir başka şey, yazarın ironi dolu satırları oldu. Öykü kahramanının okuduğu öykü ile ilgili düşüncelerini aktardığı satırlar, kendisiyle alay eden bir mizah taşıyor: “ilk cümlelere bakılırsa, anılarla ilgili bir öykü olmalı. Anlatıcı da bir kadın büyük olasılıkla! Geçmişi pek aklında tutamayan, anılarına ise hiç sahip çıkamayan biri olduğum için belki, bu tip öyküler ilgimi çeker genellikle. İki yönden merak duyarım; gerçekten anılarından yola çıkıp yazıyorlarsa, geçmişe ait bunca ayrıntıyı anımsayabilmeleri şaşırtır beni. Anılarıyla ilgisi olmayan kurmaca olaylar ise yazdıkları, bu kez de okuru, olayların gerçek olduğuna inandırabilmelerine şaşırırım. Birebir yaşamışlar gibi anlatmayı, nasıl başarırlar?”
Aslında Ayşe Sarısayın, geçmişle ilgili bir yazardır. Bu öyküde hiç anılarına sahip çıkamayan biri olarak kendini betimleyen anlatıcı kendisi olamaz, fakat kahramanın okuduğu öykü hiç kuşkusuz yazarın kendi öykülerinden biridir. Çünkü aynı okumakta olduğumuz öykü gibi kahramanın okuduğu öykü de nostalji dolu, anıları taptaze anlatan, detayları tüm berraklığı ile dile getiren bir öyküdür.
Sarısayın’ın öykülerini içten ve özentisiz bulurum. Bu kitapta yer alan öykülerinde yazarın kendi öyküsüne uzaktan bakması, özellikle kurguyu katmanlaştırmış ve güzel bir derinlik kazandırmış.
Karakalem Resimler / Ayşe Sarısayın / Can Yayınları / 2008 / 129 sayfa.
RESİMALTI: Elif Naci (1898-1988)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder