13 Ağustos 2009

Nihal Yeğinobalı


Türkiye’de bazı yazarlar için, başka dilde yazsalardı, Fransız ya da İngiliz olsalardı, büyük bir olasılıkla kitaplarını tüm dünya okuyor olacaktı diye düşünürüm. Geçtiğimiz sene Fransızların çok sevdiği – aslında tüm dünyanın da bir dönem çok severek okuduğu – Françoise Sagan’ın hayatının filme alındığını duyunca, onun çapındaki yazarlarımızın hiçbirinin böyle bir ilgi görmediğini düşünmeden edemedim.
Françoise Sagan sadece yazdığı romanlarla değil, yaşam öyküsü ve özellikle de romanlarını yazış öyküsü ile edebiyatın gündeminde uzun yıllar kalmış biridir. “Bonjour Tristesse” (Günaydın Hüzün) adlı romanını henüz 17 yaşında yazmış olması ve elinde kitabıyla çekinerek yayınevlerine gitmesinin hikâyesi çok yazılmıştır. Nihal Yeğinobalı’nın “Genç Kızlar” romanının yayınlanış öyküsünün bundan aşağı kalır yanı yoktur. Bu konu da aslında çok yazıldı ve anlatıldı, handiyse yazarın romanlarının öyküsünün önüne bile geçti. Oysa Yeğinobalı hem ele aldığı konular hem de üstün kurgu teknikleriyle daha çok ilgi çekmesi beklenecek bir yazardı.
60’lı, 70’li yıllarda büyüyüp de Genç Kızlar’ı okumamış yoktur denilebilir. Hatta Ewing’in (bu isimle yayınlanmıştı roman) başka kitapları var mı diye Amerika’da ya da İngiltere’de kitapçılara sormuş çok sayıda okur da olmuştur. Buna rağmen, 70’lerin politik ortamı belki de böylesi bir aşk hikâyesini sevmeyi kendine yediremiyordu. Hatırlıyorum, o yıllarda Jane Austen’ın romanları da küçük burjuva aşk hikâyeleri olarak görülüyordu; oysa şimdi konusu ne olursa olsun, kurgu ve onu oluşturan öğelerin zeki iskeleti görmezden gelinmiyor.
Kurgu deyince akla kuşkusuz Yeğinobalı’nın “Sitem” romanı geliyor hemen. “Sitem” inanılmaz karmaşık kurgusunu pürüzsüz işleyişiyle bana Austen romanlarını düşündürmüştür. Tam anlamıyla yazarın ustalık eseri olarak görülebilir. Bir kasabada birçok hayatı, gizemleriyle, sırlarıyla, anılarıyla anlatan, yıllar içinde sırların ortaya dökülüşlerini heyecanla okura yudumlatan bir romandır “Sitem.” Yeğinobalı’nın bu romanı aynı zamanda edebiyatımızda ender karşılaştığımız Gotik roman türünün iyi örneklerinden biridir. 1790’larda İngiltere’de çok moda olan, Jane Austen’in “Northanger Manastırı” romanında değindiği tür, masum insanların hayatlarında karanlık güçlerin girmesiyle nasıl yöne değiştirdiklerini anlatır. Sitem de, taşranın gizli bahçelerinde aşığı tarafından öldürülen bir kadını gören çocukların hayatlarının izini sürer. Tanık oldukları aslında bambaşka bir gerçektir; bunu daha sonra öğrenirler. Sonradan o gece yaşananlarla ilgili öğrenecekleri yeni gerçekler de olacaktır. Hayatlarını etkileyen, gelişim süreçlerinde önemli rol oynayan olaylar dizisidir Yeğinobalı’nın anlattığı.
Benzer karmaşık yapı “Mazi Kalbimde Bir Yaradır” romanında karşımıza çıkar. Evli bir kadının geçmiş bir ihanetinin ortaya çıkışıyla sarsılan düzenini yine çok titiz bir kurguyla sunar Yeğinobalı. “Sitem” cinselliğin keşfi, erotizmin karanlığına iki genç kızın duyduğu derin ilgisi ise, “Mazi Kalbimde Bir Yaradır” çok daha gelişmiş, deneyim kazanmış bir cinselliktir. Yeğinobalı’nın romanlarından erotizm eksik olmaz. Yasaklanmış alana merakla girmeyi bekleyen (ya da paldır küldür giren) kadınlar çoktur ilk dönem romanlarında.
“Belki Defne,” “Mazi Kalbimde” gibi daha olgun kadınların aşka yaklaşımını anlatır. Defne adlı başkahraman, gazetede gördüğü bir ölüm ilanıyla, otuz yıl öncesini hatırlar ve roman sabah görülen ilan ile camideki öğle namazı arasında eski anılara dönüşü anlatır. Romanın konusu basittir aslında, Yeğinobalı romana özellikle az sayıda karakter koyarak konunun dağılmasına engel olur. Boşanmak üzere kocasını terk eden Defne, bir gün vapurda hoş bir kadınla karşılaşır, aradan birkaç saat geçmeden aynı kadınla bir butikte tekrar karşılaşırlar. Eşarplara, parfümlere birlikte bakıp, birbirlerine fikir verirler; adının Beril olduğunu öğrendiği bu kadınla kahve içmeye giderler.
Yeğinobalı romanlarında kadın dostluğunu çok sık işler. “Belki Defne” romanında da aşk ilişkisi merkezde görünse de aslında konuyu belirleyen Defne ile Beril’in ilişkisidir. Bu romanda yazar bir kadın üzerinden erkeklere ilgi duymanın ruhsal halini çok iyi anlatır. Bir kadın, çok beğendiği ve hayranlık duyduğu bir kadının bir erkeğe ilgisini yakaladığında, mutlaka kadın üzerinden ilgisi erkeğe uzanacaktır. Defne için de aynı şey olur, biri Beril’in kocası diğeri kardeşi iki erkeğe de ilgi duyar. Ama ilgisinin nedeni Beril’de gördüğü gösteriş ve zarafettir; çünkü ulaşmak istediği biraz da budur. Erkekler ve aşk kadar, içine girilen varlıklı ve kültürlü yeni çevre de önemlidir. Sadece yeni girilen çevreye benzemek de yetmez elbette, bir de onların hoşlanacağı biri olmak gerekir. Hepsinin eksantrik olduğu bir ortamda ilgi çekmek için, sıradışı davranışlar sergilemek gerekir. Nihal Yeğinobalı özellikle özgür ve kimseye karşı sorumluluğu olmayan bir kadın portresi çizerek Defne’nin önüne tüm seçenekleri koyuyor.
Aynı erkeği seven iki kadın, Yeğinobalı’nın flört etmeyi sevdiği konulardan biridir. Kumalık, yatak sırlarını paylaşmanın çekiciliği (ya da ahlaksızlığı) romanlarına farklı bir boy getirir.
Nihal Yeğinobalı son romanı “Gazel” (2007) için mekân olarak İstanbul boğazının Anadolu yakasını seçmiş. Bekâretin, genç kızın namusu sayıldığı, varlıklı bir genç adamla yapılacak evliliğin bir kurtuluş olarak görüldüğü, aile içi sırların derinlerde saklandığı yılları anlatır. Aslına bakarsanız, elli yılda Türk kadını için durumun pek değişmediğini görmek insanı düşündürdüğü gibi, üzüyor da.
Roman kahramanı Serap, bekâretinin ona antik çağ kâhinleri gibi bilicilik kattığını düşünen bir genç kızdır. Aşırı duyarlı ve akıllı bir genç kız olduğundan, etrafını zekice gözlemleyip, adı gibi seraplı hayallere dalarak, gerçekte kimsenin pek fark etmediği gerçekleri görür. Doğasındaki saflığı da yine bekâretiyle bağlantılı olarak düşünür. Kendini ilk başlarda delta kâhini bakireler gibi bir kurban olarak görse de, zekâsı sayesinde kurban olmamayı, kendi hayatını tercihleri doğrultusunda kurmayı başarır.
“Gazel” konusu itibarıyla “Belki Defne”den çok, “Genç Kızlar”a yakın duran bir roman. Kitabın arka yüzündeki tanıtıcı yazıda romandan “melodram” olarak söz ediliyor fakat Yeğinobalı’nın romanlarını melodram sınıfına koymak haksızlık olur çünkü konuları açısından bakıldığında melodramlarla ortak özelliği olsa da, romanların kurgusal yapıları melodram klişelerinin çok dışındadır. Yan karakterler ana olaya, bir inşaatın tuğlalarla örülmesi gibi beden kazandırırlar. Ayrıca aşk sahneleri melodramlarda olmayacak kadar erotik ve ruhsaldır.
Yaz kitabı tavsiye etmemi isteyen çok dostumdan mesaj geldi bu yaz. Okumamış olanlara Yeğinobalı’nın eski ve yeni romanları bence yaz günleri için çok uygun. Romanların merkezine sırlar, dedikodular, mahalle efsaneleri koyan Yeğinobalı, aşktan çok aşka duyulan özlemi anlatır. Yaz aylarında kitap piyasasının hız kesmiş olması ve çok az sayıda yeni eser yayımlanmasını değerlendirmek için yeni baskıları yapılan eski eserleri öneririm. Hem yakın tarihe bir kısa yolculuk yapma fırsatı verdikleri için, hem de onlarca yıldır hayat koşullarının, kadının yerinin, ahlak kıskaçlarının pek de değişmediğini görmek için…


(Bu yazı Dünya gazetesi Kitap ekinin Ağustos sayısında yayınlandı.)

Hiç yorum yok: