04 Ağustos 2009

Kafka ve Yabancılaşma


Franz Kafka’yı 20.yüzyıl yabancılaşmasının poster yüzü olarak düşünürüm. Yazardan geriye kalan birkaç resimden birinde, çökük avurtları ve hüzünlü bakan gözleriyle adeta yüzyıl boyunca yaşanacak trajedileri önceden sezmiş izlenimi verir.


Kafka’nın hayatı “dışlanma”nın prototipi olarak gösterilebilir. Avusturya Macaristan imparatorluğunda bir Çek olarak doğmuş olması; Çekler arasında Almanca konuşan ve yazan biri olması; Almancayı anadili yapmışlar arasında bir Yahudi olması; Yahudiler arasında ise bir inançsız olması… Ait olduğu hiçbir gruba, hiçbir kültüre tam olarak ait olmadığını çok güzel kanıtlar. O içinde olduğu her ortamın yabancısıdır. Her ortamın dışlanmışıdır. Pragmatik ve aşırı kontrolcü bir babanın oğlu olması ya da hayatını kazanmak için bürokratik işlerde çalışmak zorunda kalması da Kafka’nın sanatçı ruhuna ters düşen, kuşkusuz yabancılaşmasını arttıran unsurlardı.


KAFKA ve KADINLAR
Son yıllarda Kafka’nın kadınlarla ilişkisi üzerine çok sayıda makale ve birkaç kitap yayınlandı. Kadınlarla gerçekten de zorlu ilişkisi olmuştu hayatı boyunca. İki kez nişanlanmış olmasına ve birçok kadınla ilişkiye girmiş olmasına rağmen, sevdiği güvendiği, hem âşık olup hem de dostça hissettiği kadın sayısı fazla değildi. Ayrıca yazdıklarında, özellikle de mektuplarında hiç çekinmeden erotik bir dil kullanan ve kadınlarla yazışarak kolayca flört eden biri olmasına rağmen, yüzyüze geldiğinde aynı yakınlığı kuramıyordu. Her zaman kuşku dolu biri oldu. Kadınlarla ilişkisinde de belki en büyük sorun buydu; asla tam olarak güven duyamıyordu. Hep evlenmek istemesine rağmen bir türlü bunu becerememiş olması da dikkat çeker. Son zamanlarda Kafka ve kadınları üzerine yazılan makalelerde sıklıkla kadınları iki gruba ayırdığı, fahişe, garson ya da tezgâhtar kızlarla kolay ilişkiye girdiği ancak kendi çevresinden saygıdeğer ailelerin kızlarından ölümüne çekindiği yazılır. İlk nişanlısı Felice ya da gazeteci sevgilisi Milena ile yoğun ilişkileri olmasına rağmen cinselliği dökülmemiş olması bu davranışına örnek olarak gösterilir.

Bugün Kafka’nın yaşamına baktığımızda, büyük bir kısmını klinik depresyon halinde geçirdiği aşikâr görünür. Toplumsal olaylara katılmakta aşırı endişe duymasının yanı sıra, sağlık sorunları da bir hayli etkiler çevresiyle ilişkilerini. Her şeyden önce uykusuzluk, migren çeker ve midesi aşırı hassastır.

Kafka’nın dilinde ilk dikkat çeken şey belirsizlik içeren sıfatlar kullanmasıdır. Çift anlamlı sözcükleri sevdiği gibi, okur üzerinde yanlış izlenim bırakacak sözcükler kullanmayı da sever. Hangi şehirde, hangi yılda ya da mevsimde olayların geçtiğini söylemez, buna rağmen detaylı mekân anlatımıyla okuru olayların içinde hissettirir. Bir kültüre ya da bir döneme bağlı olmadan, en soyut halinde insanı ele aldığı için 20. yüzyıl yazarlarını ve okurlarını bunca sarsıcı boyutlarda etkilemiştir. Herkesin ilişki kurabileceği, her okurun anlayacağı türden iç sıkışmalarını dile getirmiştir.

DAVA
1914 yılında yazdığı, başyapıtlarından biri sayılan “Dava”da Kafka enigmalarla ördüğü bir suçluluk öyküsü anlatır. Okurun suç karşısındaki kavramsal anlayışıyla oynar bir bakıma. Adalet yüce ve güçlüdür oysa roman kahramanı Josef K. güçsüz bir bireydir. Dünyanın sarsılmaz mantığı fazla güçlüdür, kendi başına bırakılmış birey ancak bu güç karşısında kabul etmek durumunda bırakılmıştır. Aynı zamanda Kafka öznel suçluluk ile nesnel suçluluk kavramlarını da gündeme getirir. Her insan ahlaksal açıdan suçlu sayılabilir, özellikle din karşısında günahkâr olabilir, günahlar ya da ahlaksal bozukluklar karşısına suç olarak çıksa, yasalar önünde de dirençsiz kalır insan. Kafka suç ve günah olgularını yan yana işler “Dava”da, günahkar doğan insan burada suçludur aynı zamanda.


30uncu yaş gününde Josef K. sabah iki adam tarafından tutuklanır. “Dava” doğumgünü sabahıyla başlar. Tam bir yıl sonra, 31. yaşgününde de suçlu bulunup ölüm cezası gerçekleşmesiyle de sona erer. Dava, bir yılı anlatır. Suçlu bulunduğu andan itibaren yargılanış ve cezanın hükmü süreci işlenir. K.’nın dokunulmaz adalet sistemi karşısında kendini yok ediş öyküsüdür aynı zamanda. Kafka’nın tüm iyi romanlarında olduğu gibi Dava’da da anlam bulanıktır. Büyük olasılıkla gelecek yıllar içinde Avrupa’da güçlenecek faşist totaliter rejimleri önceden hissetmiş, adaletin kaybedildiği bir boşlukta kahramanını asılı bırakmıştır.

“Dava” okura garip bir zorunluluk hissi verir. Makine bir kez çalıştırılmış, artık önüne çıkanı öğütecektir. Romanın başlarında Josef K için bir çıkış kalmadığını anlarız, bu duygu bizi isyana sürükler. Kafka yine bu romanında çok sık yaptığı şekilde saptırılmış bir gerçeklik duygusu yaratır. Örneğin ilk bölümde yandaki odada sorguya çekilme sahnesi bir düş gibidir. Sanki kahraman her an uyanacak ve bu kâbustan kurtulacaktır. Kafka hep okurun gerçeklikten şüphe duymasını sağlar. Josef K gerçeklikten koptukça okur olarak biz de kopmaya başlarız. Gün normal seyrinde devam etse de karanlık bir gölge hep hissedilir.

K. kibirli ve fırsatçı biridir. İşyerinde astlarını küçümseyen bir tavrı vardır. Bir yandan da haksızlığa uğradığında isyan etmeyecek denli düzenin adamıdır. Düzenin bir bildiği var diye düşünür sonunda. Karmaşa içinde bir ruh halindeyken de adeta kendini suçlu hissetmeye başlar, çünkü kendinden daha güçlü bir varlık tarafından böyle hissettirilmiştir. Adalet, düzen ve kanunları hiç sorgulamadan kabul etmiş olması, kendisi haksızlığa uğradığında sorgulanmak için geçtir artık. Düzen zaten K. gibiler yüzünden başarılı olmuştur.

Ülkemizde son haftalarda yaşananlar, Kafka’nın “Dava”sını çağrıştırdığından olsa gerek, bu günlerde bu ünlü klasiği okumanın tam vakti. Bir sabah uyandığında suçsuz insanların kapılarına dayanmış yargıyı görünce, adaletin işleyişinden şüphe duymadan edemedi bu ülkenin çoğu vatandaşı. Bir tek insanın bile suçsuz yere yargılanması, tüm adalet sistemini sorgulamamız gerektiğini gösterir. Kafka kısa bir süre sonra görülecek Mussolini, Hitler ve Franco gibi diktatörlerin adaleti nasıl ellerinde bir alet olarak istedikleri biçimde kullanacaklarının kehanetini yapar Dava’da. Geçtiğimiz hafta ben yeniden okuma gereği duydum Kafka’yı, her yıl yeni baskıları piyasa çıkan bir kitap olarak, her zaman okurun sağduyusunu güçlendiren bir eser olarak, hep okuması zorunlu bir roman olmuştur. Her nesil için, her kültür için.


(Bu yazı Dünya gazetesi kitap ekinde Mayıs 2009'da yayınlanmıştır.)

1 yorum:

burakturkel dedi ki...

icimde tekrardan kafka okuma istegini uyandiracak kadar dusundurdu beni.