09 Şubat 2006

İlhami Algör

kalfa ile kıralıça


Büyük İskender tarihi bir kişilik mi yoksa bir mitoloji kahramanı mı? Hollywood yapımı “İskender” filminin yönetmeni Oliver Stone bu soruyu sormadan edemediğini anlatırken, belki de Büyük İskender üzerinde 2,300 yıllık bir lanet bulunduğunu, bu ünlü savaşçı kralın Yunan, Roma ya da Elizabeth çağı dramlarına konu olmamasını yadırgadığını söylemiş.

Plutarkhos’un dediğine göre, 70’in üzerinde şehir kurup bunlara kendi adını veren Büyük İskender gerçekten de Herakles, Dionysos ve Akhileus gibi mitolojik kahramanlarla bir tutulmuş. Tanrısal güçleri olduğuna kendisi bile inanmış ama bu konuda Makedonyalılar tarafından alaya alındığını görünce tanrısallıktan vazgeçmiş.

Büyük İskender
Oliver Stone’un “İskender” filminde beni en şaşırtan şey, Doğu despotuna dönüştüğü halde, elde ettiği topraklarda yaşayan insanlara ve onların kültürlerine karşı saygısını yitirmemesiydi. Pers imparatorluğunu yıktıktan sonra, kendi de Persli hükümdarlar gibi giyinmeye başlamış ve Doğunun geleneklerini benimser görünmüştü. İskender belki de, farklı kültürlerin ve ırkların bir arada yaşamasının önemini kavrayan ilk kraldı, bugün bile bunu görebilen yönetici sayısını düşünürsek, İ.Ö. 4. yüzyıl için bu idealin olağanüstülüğü iyice ortaya çıkıyor. İskender, Asya ve Afrika halklarını sadece köle ve hizmetkar olarak benimseyen düşünce yapısına karşı çıkıyordu, hayatının son yıllarında en çok bu ırkçı düşünceyle savaşması gerekti.

Bu hafta okuduğum İlhami Algör’ün “Kalfa ile Kıralıça” adlı romanı özellikle Büyük İskender’in bu yönüyle ilgilenmiş ve şimdi Ortadoğu’yu istila eden Batılılarla karşılaştırmış. Romanı fantastik bir temel üzerine kurduğu halde İskender’in kişiliğine sadık bir karakter yaratmış.

Romanın konusu sade bir yapıya sahip. A. Hermesi adlı kalfa, bir gün parkta “kıralıça” diye hitap ettiği bir kadınla karşılaşır -- düş gücünü temsil eden tanrı Hermes’in adını çağrıştırdığı gibi, yazar kendi ön adına da gönderme yapmış bu karakter ile -- kıralıça ile kalfa arasında şöyle bir konuşma geçer:

“ - ... Bendeniz, boş gezenin baş kalfası, A. Hermesi kulunuz kıralıçam.
- Memnun oldum kalfa efendi. Şuradaki size benzeyen Bey kimdir?
- İkizim kıralıçam.
- Neden yanımıza gelmiyor?
- Ruhen bizimle kıralıçam.
- Kucağındaki şey nedir?
- Bir hikaya kıralıçam. Filiboğlu İskender Bey’in Hind ormanında yaşadığı maceralar ve his dünyası üzerine.
- Güzel mi?
- ‘Üfür üfür ipe diz’ tekniği ile yazılmış serbest bir eser kıralıçam.
- Reca etsem kalfa. O güzel sesinizle.”

Ve başlıyor A. Hermesi kalfa kucağındaki hikayeyi okumaya.

Hikaye, İskender’in babasının ölümü ardından orduların başına geçişini ve Anadolu ve Makedonya’nın büyük bir kısmına hükmeden Pers imparatorluğunu yenerek, askerlerini Hindistan’a kadar götürmesini anlatıyor. Tüm roman İskender etrafında gelişen olaylar ve düşüncelerden oluşsa da İskender’i bu romanın kahramanı değil. İskender’in öyküsü sonunda başka bir öyküye, daha doğrusu başka bir fikre zemin hazırlamak için anlatılıyor. Aslında yazar İskender’in biyografisini iyi araştırmış, kral hakkında bugün bilinen doğrulardan yola çıkmış ve ne bir yüceltme ne de bir aşağılamaya yer vermemiş. Buna rağmen araya zıt düşünceler koymayı başarmış.

Doğu – Batı Evliliği
Roman, karakterler üzerinden ilerleyen bir kurguya sahip değil, peşpeşe olayların akışı bütünlüğü sağlıyor. Okura İskender dışında bir karakter tanıtmıyor, olaylar hep bir kişi çevresinde gelişiyor. İskender’in yakın çevresinin, örneğin karısı, hocası, babası, başkatibi vb. adı geçiyor ama onlar hakkında bilgi verilmediği gibi, onların İskender hakkında ne düşündükleri de anlatılmıyor. Sanırım roman boyunca tek düşüncelerini öğrendiğimiz kişi, bir kurbağa.
Kurbağa deyince aklımıza hemen masallarda prensesin öptüğü hayvan geliyor, roman da kurbağayı bu masalsı yönüyle canlandırıyor fakat bu kurbağa İskandinav masallarından çıkmıyor karşımıza, Hindistan’da çıkıyor.

Romanın bir noktasında İskender felsefesini anlatırken “onlara, yaşamaları ve çoğalmaları için topraklar, kadınlar, köleler verdim. Aralarında evlilikler, kan bağları kurdum. Yeni bir geleceği döllemeleri için yataklar sundum. Geldiğim yer ile vardığım yeri biraraya getirdim.” Yazının başında da belirttiğim gibi, İskender’in gerçekten de tarihsel önemi insanlığı bir tek ırk, dünyayı da sınırları olmayan bir coğrafya olarak görmesiydi. Bunlar Büyük İskender’in bugün de takdir edilen özellikleri ama tabii aynı adamın bir diğer yüzü var, çabuk öfkelenen, acımasız, inatçı, güven duymadığı ya da tehdit oluşturan insanları hiçbir sorgulama gereği duymadan öldürtmesi.

Kuşkusuz ancak bir despot dünyayı ele geçirmeye çalışır ve bunu başarır. İskender’i ilginç kılan şey bence bu acımasız portreye rağmen askerlerinin güvenini uzun yıllar kaybetmemiş olması ve onları dünyanın bir ucuna sürükleyecek güce sahip olması.

Filozof Kurbağa
İlhami Algör de romanında denge kurmuş, bir yanda saygı duyulacak idealleri olan bir asker anlatırken diğer yanda bu kralın despot yönünü de görmezden gelmemiş. Bu yönünü bize gösteren ise biraz önce sözünü ettiğim filozof kurbağa. Örneğin “onlara kadınlar, köleler verdim..” sözlerini eden İskender’e “kimin malını kime verdin deyyus?” diye soruyor bu kurbağa (yazar ona kurbaa diyor.) Fakat kimse onu adam yerine koymadığı için sesi de duyulmuyor. Roman boyunca birkaç kez daha çıkıyor ortaya kurbağa ve her seferinde olayların akışına eleştiri ve derinlik getiriyor.

“Kalfa ile Kıralıça” “ilginç” sözcüğünün hafif kalacağı kadar ilginç bir roman. Başlarda çok ağır ilerleyen metin, yazarın diline, yanlış sözcük yazılımlarına ve nükteli diyaloglara alışınca hoşlaşıyor, hatta komik bile geliyor. Esprili bir roman olduğunu ben ancak romanın ortalarına geldiğimde fark ettim, bundan sonrası daha hızlı ilerledi. Zekice yazılmış bir metin, ayrıca sonunda fikir bütünlüğüne de kavuşuyor ama pırıltıları kalabalığın içine karıştığı için ne yazık ki fark edilmiyorlar.

Kalfa ile Kıralıça / İlhami Algör / Merkez Kitaplığı / 2005 / 119 sayfa.

Hiç yorum yok: