05 Şubat 2006

Paul Klee


YAZIN SANATI #833
2 Şubat 2006 -- Asuman Kafaoğlu-Büke



Yılın ilk günü, Viyana Filarmoni orkestrasının yeni yıl konserini canlı yayında dinlerken, bir yandan da yeni yayımlanan Paul Klee’nin “Günlükler (1898-1918)”ini okumaya başlamıştım, araya haftalar girdi ve ben ancak günlükleri bitirebildim. Paul Klee okurken müzik dinlemenin anlamını kavramadan başlamıştım günlüklere ama daha ilk sayfalarda, müzik-sözcükler-resim üçlüsünün, ünlü ressamın hayatında -- neredeyse eşit düzeyde – öneme sahip olduğunu gördüm.
Paul Klee genç yaşlarda günlük tutmaya başlamış ve ilerleyen yıllarda çocukluğu ile ilgili hatırladığı anıları günlüğün başına eklemiş. Defterler dolusu günlükler, sanatçının gelişimi, 20. yüzyıl sanatının dönüm noktaları ve daha birçok şeyi anlamak için çok yararlı ama her şeyden önce, bir insan olarak Klee’yi dolaysız ve yalansız şekilde tanımamızı sağlıyor. Yalansız çünkü, sanatçı ender rastlanan bir açık yüreklilikle yazmış günlüklerini. En hain yönünü gösteren çocukluk anılarını ya da küçük düştüğü olayları dile getirmekten çekinmemiş.
Salt form açısından baktığımızda, bu günlüklerin farklı bir mantıkla tutulduğunu görüyoruz. Genelde günlükler tarih başlıkları altında ilerlerler, falanca gün, falanca yıl gibi, Paul Klee günlerini sayılarla düzene koymuş, aralarda yıl ve ay belirttiği de oluyor ama temelde sayılar belirleyici, aynı Wittgenstein’in felsefe yapıtlarında olduğu gibi. Doğrusu ilk başta bu biçimi yadırgadım, alıştığımda ise hoşuma gitmeye başladı. Her düşünce kendi içinde bir “gün” oluşturup, kendi bütünlüğüne gönderme yapıyordu. Ayrıca, resimlerini düşünerek günlüğün yapısına bakınca, Paul Klee için günlerin bütünlüğünden çok, farklı anların -- noktalar gibi -- kendi ötelerinde bir bütünlük oluşturdukları düşüncesine vardım.
Gestalt Kuramı
20 yüzyılın bir çok önemli kuramı ruhbilimciler tarafından ortaya atılmıştır, ne de olsa insanın birey olarak kendisiyle ilgilendiği çağdır. Gestalt kuramı da ilk başta psikologlar tarafından ortaya atıldı, sonraki yıllarda özellikle eğitim ve sanat dallarının etkilendiği düşüncelerden biri oldu.
Gestalt kuramına göre, herhangi bir şeyin bütünsel özellikleri, bütünü oluşturan parçaların ayrışımından daha fazladır. Başka bir deyişle, bütün dediğimiz şey, parçaların toplamından öte bir şeydir. İnsan zihni de deneyimlerini bütün olarak algılayarak yaşar. Buna en iyi örnek sinemadır. İnsan gözü aslında duran resimlerin birbiri ardına gösterilmesinden kaynaklanan bir hareket görür ama bu sadece bir yanılsamadır. Hatta insan zihninin bir özelliğidir bu, doğal biçimde tek tek algıladığı şeyleri birbirine bağlar, sinir sistemindeki örgütlenme bunu gerektirir.
Paul Klee’nin günlüğünü okurken Gestalt kuramı üzerine çok düşünmüş olduğu ortaya çıkıyor. Noktalar halinde yaptığı bir resim ile gözün aslında nasıl tabloyu bir bütün olarak gördüğü üzerine de çok şeyler yazmış günlüğüne. “Bireysellik elementer bir şey değildir, tersine bir organizmadır. Bunun içinde farklı türlerden elementer şeyler olup sorunsuzca bir arada bulunurlar. Eğer onu bölmeye kalkarsanız, yalnızca parçalar ölür. Örneğin benim ben’im bütüncül ve dramatik bir topluluk.” (s. 168) (Çevirmen belki “elementer” yerine başka bir sözcük kullansaydı daha iyi olurdu, öze dair ya da temel olarak anlıyorum bu sözcüğü.)
Gestalt kuramı, daha önceki bilim adamlarının dışladığı anlam, değer ve biçim kavramlarına da sıcak bakıyor. Tanımlamaya giden tüm yolları açan, insancıl bir tavrı benimsiyor. Günlüklerden Paul Klee’nin hümanist yönü de ortaya çıkıyor. Anlamak, anlatmak (hocalığa hayatı boyunca çok değer veriyor) onun resminin önemli bir parçası.
Müzik ve Resim
Nazan İpşiroğlu “Resimde Müziğin Etkisi” (Remzi Kitabevi, 1994) adlı kitabında Paul Klee’nin eserleri üzerindeki müziğin etkisini inceliyor. Klee hayatı boyunca müzikle resim arasında somut ilişkiyi kurma çabasında olan bir sanatçı. Anne ve babası gibi karısı da müzisyen, kendisi de yıllarca bir dörtlüde keman ve viyola çalıyor. Günlüklerin bana en güzel gelen yanı, müzikle dolu olan satırlar. O günlerin önemli neredeyse tüm sanatçılarından bahsediyor Klee. Gittiği konserlerde ya da orkestrada çaldığında orkestra şefini ya da solisti, büyüleyici betimlemelerle anlatıyor. Özellikle, gelmiş geçmiş en büyük müzisyenlerden biri sayılan çellist Casals’ı dinlerken hissettiklerini anlattığı satırlarda, okuru da müziğin büyüsüne kaptırıyor adeta.
Paul Klee için müzik sadece esin kaynağı değil, müzik eşzamanlılık konusuyla da onun yaratıcılığını etkiliyor. Orkestrada ya da yaylı sazlar dörtlüsünde çaldığı zamanlarda kuşkusuz bu düşünceleri geliştirme fırsatı buldu. Müzikte eşzamanlılık anlaşılır bir şeydir ama resimde aynı şeyi yapmaya çalışmak resmi başka boyutlara götürmesini, geliştirmesini sağladı.
Eşzamanlılık
Her şeyden önce orkestra tarafından çalınan müzik eseri, canlı ve kolektif bir gösteri sunar bize, bunu yaparken müzisyenler hem önlerindeki notaları takip eder hem de birbirlerinin ürettikleri sesleri dinleyip tepki verirler. Orkestra tarafından üretilen müzik, bireysel müzisyenlerin topluca davranışından ve etkileşiminden ortaya çıkar. Burada orkestra üyeleri tamamen bağımsız melodiler çalıyor olabilirler ama insan kulağı bir bütün olarak melodiyi (ya da melodileri) duyar.
Şimdi eşzamanlılığı resme taşımayı denersek, kolektif üretimin resim için sorun yarattığını görürüz. İlk başta sorun, resmin müzik gibi bir gösteri sanatı olmamasından kaynaklanıyor. Bitmiş bir resim için, yapılış sürecinin çok fazla bir değeri yoktur; müzik ile resim arasında bir paralellik kurmaya çalışırsak, ressamın besteciye benzediğini söyleyebiliriz. Biri notalarla diğeri renk ve formlarla eserlerini yaratırlar. Daha sonra bestelenmiş müzik orkestra ya da solist tarafından yorumlanır, oysa resimde bir aracı olmadan hemen bir sonraki aşamaya geçilir. Paul Klee bunu şöyle açıklıyor “Sanat eseri bir hareketten doğar, eserin kendisi sabit bir harekettir ve ancak hareket ile algılanır.”
Burada orkestra üyelerinin yerine Paul Klee’nin resimdeki plastik öğeleri koyduğunu görüyoruz. Gösteriyi yapan resmin içindeki öğeler, böylece resmin iç dünyasını renklerle ve şekillerle anlatıyorlar. Aynı müzisyenler gibi, onlar da ayrışmış etki yaratmıyorlar, resmin bütününü algılamamıza yarıyorlar.
Günlükler sadece sanat ve müzik hakkında teorik bilgilerden oluşmuyor, günün dedikodularını da alaycı bir dille anlatıyor. Eğlendirici olduğu gibi bence çok da öğretici. Paul Klee zor anlaşılan resimler yapmış bir sanatçı, günümüz sanatını anlamak için önce onu iyi anlamak gerekiyor.

Günlükler 1898-1918 / Paul Klee / çev.: Selahattin Dilidüzgün / Yapı Kredi / 2006 / 363 sayfa.

Hiç yorum yok: