23 Mayıs 2006
Dostoyevski
YAZIN SANATI – KİTAP EKİ #848
18Mayıs 2006 -- Asuman Kafaoğlu-Büke
SUÇ ve CEZA
Yayımlanan onca roman arasında kaybolmamak için, bence yılda en az bir kere dönüp edebiyat tarihinin dev klasiklerinden birini okumak gerekiyor. Geçen sene “Karamazov Kardeşler”i okuduktan sonra bu sene de “Suç ve Ceza”yı okumaya çok önceden karar vermiştim. Bu iş için üç ayrı çeviri edindim ve birinden diğerine atlayarak okuduğum için çevirileri de karşılaştırma fırsatım oldu.
Değer Yargıları
Sıradan günlük yaşamlarımızda, ahlaksal değerlerimizi ölçecek alan bulamayız çoğunlukla. Büyük ahlaksal ikilemler neyse ki karşımıza çok sık çıkmazlar. Ama çıktıklarında, çoğu insanın, o güne kadar ona öğretilenler ışığında doğruyu bulmaya çalıştığını görürüz. Başka bir deyişle, ahlaksal değerleri sorguladığında ve doğru karar vermek istediğine, büyük bir çoğunluğun din adamalarına, kutsal kitaplara ya da en iyi durumda bilge saydığı kişilere danıştığını görürüz.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna, kendi karar veremez mi insan? Neden kendinden önce kararlaştırılmış doğru ve yanlışları kabul etmesi gerektiğini düşünür? Aslında asıl sormamız gereken soru, tarihsel olarak kemikleşmiş doğruların gerçekten doğru olup olmadıklarıdır. Ahlaksal değerler neye dayanırlar?
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, romanlarında en çok bu sorulara yanıt arar. Onun roman kahramanları ahlaksal değerleri kendileri bulmaya çalışırlar. Örneğin Hıristiyan olduğu için bu dinin öğretisini doğrudan kabul etmez, önce bunu sorgular. Ama genel anlamda insan kitleleri bunu yapmazlar, doğrular belirlenmiştir, kendi doğrularını bulmak için de insanlar, öğretilerden yararlanırlar. Hangi topluluğun üyesi ise, o topluluğun kabul etiği doğruları kendi doğruları sayar.
Dostoyevski, kahramanlarına sıradan doğrularla yetinmeyi handiyse yasaklar. Onun romanlarında kişiler en çarpıcı ve en olmadık durumlar karşısında karar vermek zorunda bırakılırlar. En uç noktalara kadar getirdiği karakterler, tüm dğer yargılarını gözden geçirmek zorundadır. Açlık sınırında zorlukla hayatta kalan bir ailenin değer yargıları kuşkusuz farklı olacaktır. Öğretilmiş basit doğrular yanlışlar, çocuklar açlıktan ölmeye başladığında doğal olarak boyut değiştirir.
Varoluşçu felsefenin ahlak kuramı ilk başta insanın kendi doğruları bulma gereği üzerinde durmuştur. Dostoyevski gibi, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus de roman kahramanlarını doğru ile yanlış arasında bir noktaya yerleştirirler ve bırakırlar karşılarında görünen seçenekler arasından özgürce seçimlerini yapsınlar.
Temalar
“Suç ve Ceza” edebiyat tarihi açısından tam bir kilometre taşıdır. Dostoyevski, kendi göremediği 20. yüzyılı en çok etkileyen birkaç yazardan biridir. “Suç ve Ceza” çok farklı açılardan ele alınıp incelenebilir. En başta, heyecanlı bir tempoda akan bir polisiye roman gibi okunabilir. Olaylar hızlı gelişir, okur tüm karakterleri yakından tanıma fırsatı bulur. Gereksiz bir yük yoktur öykünün içinde, bu sayede romanın merkezine yerleştirilen felsefe ve psikoloji alanlarını ilgilendiren tartışmalar romanı ağırlaştırmaz. Buna rağmen “Suç ve Ceza” asıl merkezinde yer alan bu tartışmalar etrafında derinlik kazanır.
Aslında konu çok basittir. İşlediği çifte cinayet sonrası roman kahramanı Raskolnikov vicdanında bu suçun ağırlığını hisseder. Romanın ortalarında polis müfettişi ile Raskolnikov suçun doğası üzerine derin bir tartışmaya girerler. İki adam satranç tahtasında stratejiler geliştiren oyuncular gibi, diğerinin bir sonraki hamlesini tahmin etmeye çalışır. Her ikisi de diğerinin tam olarak neleri bildiğini öğrenmek ister. Polis müfettişi karşısındaki adamın zayıflıklarını hissettiği için psikolojik olarak yıpratma peşindedir. Çok zeki ve sezgileri güçlü olduğunu bildiğimiz Raskolnikov ise oyunu sezdiği halde oynamaktan vazgeçmez.
Bu noktada biraz durup Raskolnikov’un kişiliğine bakmak gerekir. Romandaki en önemli karakterlerden biri olan annesi ile ilişkisi aslında çok belirleyicidir. Anne oğul ilişkisi çok karmaşıktır. Raskolnikov annesini ve kız kardeşini çok sevmesine rağmen, onların varlığını çoğu kez bir ağırlık olarak duyumsar. Birkaç kez roman boyunca onların sevgisini “Ah şu aşağılık insanlar! Nefret eder gibi severler” diye tanımlar. Kendisinden beklenen çok fazladır toplumdaki yerini ancak erkeğin sahip olduğu güçle elinde tutan 19. yüzyıl kadını, bu anlamda kendi varlığını erkeğinki ile belirler. Kız kardeşi ve annesi tarafından aşırı yüceltilmiş olması çok kereler karşımıza çıkar. Kız kardeşi ayrılmak üzere olduğu nişanlısına şöyle sitem eder: “Yaşamımda bugüne dek en değer verdiğim her şeyle, bugüne dek yaşamımın tümünü oluşturan şeyle sizi bir tutarken, size az değer veriyorum diye güceniyorsunuz ha!” Burada hız kardeşin sözünü ettiği “en değer verdiğim her şey” Raskolnikov’un ta kendisidir.
Suç
Erkeğin aile kadınları tarafından yüceltilmiş olması bambaşka bir noktada tekrar karşımıza çıkar. Raskolnikov’un suç üzerine ilginç bir teorisi vardır. Ona göre, sıradan insanlar kurallara uymak zorunda iken, “olağanüstü” olarak tanımladığı insanlar kuralların üstünde yer alırlar. Buna örnek olarak peygamberleri, bilim adamlarını ve tarihe yön veren kişileri gösterir. Tezini şöyle açıklar: “Olağanüstü insanın, ancak bir düşüncesini gerçekleştirmesi gerekiyorsa, vicdanının sesine kulak verip… bazı engelleri şamaya hakkı olduğunu ama bu hakkın elbette yasal bir hak olmadığını söylüyorum (…) sürüden ayrılan, yani söyleyecek bir sözü olan insanların tümü kesinlikle birer suçlu olmak zorundadır. Yoksa sürüden ayrılmaları çok güç olur. Sürüde kalmaya, gene yaradılışları gereği razı olamazlar.”
Raskolnikov’un kendini bu “olağanüstü” insanlarla bir tuttuğunu, kendini yasaların üzerinde gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Romanı bu sefer okuyuşumda daha önce fark etmediğim bir şey dikkatimi çekti. Kendini olağanüstü kategorisine yerleştirmesinin altında annesinin ve kız kardeşinin ondan olağanüstü başarılar beklemeleriydi. Hem bu yükün altında eziliyor hem de buna uygun davranmak istiyordu.
Ve Ceza
“Suç ve Ceza”daki suç üzerine geliştirilen kuramları anlamak nispeten kolay, asıl zor olan cinayet nedenini anlamak. Rehinci yaşlı kadını öldürme nedenleri sıralanabilir. İlk başta maddi nedenler olabilir, para için ya da kadına karşı nefret duyguları beslediği için gibi açıklamalar gelebilir akla. Fakat daha sonra parayla ilgilenmediğini, kadını fazla tanımadığını dikkate alırsak, başka nedenler çıkıyor ortaya: kötülüğü yenmek için; insanlık adına bir misyon yüklendiği için; öldürmekle topluma hizmet ettiğini sandığı için… Fakat bunların hepsi de paltosunun içine balta saklayarak giden Raskolnikov tarafından asla açılanmıyor. Dostoyevski cinayetleri bir hastalık nöbeti gibi açıklamayı tercih ediyor sanki.
Hastalık gerçekten de Raskolnikov için roman boyunca süren bir durum. Romanın başlarında bir düş anlatılıyor, sonralarına doğru bir başka düşle bağlantı kuruluyor. Öldürülene kadar kamçılanan bir atın imgesinden, tüm Avrupa’yı saran salgın hastalık düşleri romana belli bir ton veriyor. Aslında garip biçimde anlıyoruz ki, insanlar yüksek ateşli ve hasta olduklarında gerçeklikten kopuyorlar, dünyayı bulanık görüyorlar, oysa rüyalar renkli ve hiç olmadıkları kadar canlı olabiliyor.
Roman boyunca Raskolnikov’un ruh hali, sayıklayan, benzi solmuş, hastalıklı, kötü beslenmiş, kendinde değil gibi betimlemelerle anlatılıyor. Okuru da karanlık ruh hali içine çekmeyi beceriyor yazar, zihinlerin berrak olduğu ama düşüncelerin bulanık olduğu bir âlem sunuyor bize.
Ama roman epilog bölümünde aniden ton değiştiriyor. Artık bulanık gerçekler içinde yaşamıyor Raskolnikov. Ayık ve kendinde. Karamsar havayı eşsiz bir ustalıkla dağıtıyor Dostoyevski. Çok kısa bir bölüm olmasına rağmen, roman kahramanında dramatik değişim büyük etki yaratıyor okurda.
“Suç ve Ceza”da benim en sevdiğim bölüm, Raskolnikov’un yaşlı rehincinin evinin kapısında beklediği an “hiç kuşku yok, tıpkı dışarıda kendisinin yaptığı gibi, birisi de içeride kapının dibinde sessizce duruyor, belki gene onun gibi kulağını kapıya dayamış, dışarıyı dinliyordu.” Kısa bir süre sonra, roller değişmiş şimdi Raskolnikov içeridedir “Biraz önce Raskolnikov’la yaşlı kadının olduğu gibi şimdi de ikisi, biri kapının iç kısmında, biri öteki yanında duruyorlardı.” Saldırgan ile kurban yer değiştirmişlerdir. Dostoyevski bu sayede Raskolnikov’u – işlediği suçu bildiğimiz halde – bilinmezler karşısında kurban olarak göstermeyi başarır.
Birkaç sözcükle çevirilere de değinmek gerekir. Her üç çeviriyi bu denli iyi bulacağımı hiç sanmıyordum. Bir çeviriden diğerine geçtiğimde okuma ritmini kaybetmekten korkmuştum en çok, fakat bu olmadı. İletişim yayınlarının baskısı 1970 Moskova baskısında kullanılan dipnotları kullanmış ve romanın başında Murat Belge’nin çok güzel bir makalesi yer alıyor. Kitap formatı olarak çok sevdiği Bordo Siyah yayınlarının baskısında ise Veysel Atayman’ın önsözü yer alıyor. Karınca yayınları ise çok iyi bir çeviri olmasına rağmen, ne yazık ki çok fazla dizgi hatasıyla piyasaya sürülmüş.
Suç ve Ceza / İletişim / çev.: Ergin Altay / 644 sayfa
Suç ve Ceza / Bordo Siyah / çev.: Osman Çakmakçı / 763 sayfa
Suç ve Ceza / Karınca / çev.: Hüseyin İzzet Burakoğlu / 2 cilt
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
takipçiniziz.
Yorum Gönder