Orta birde, din hocamız bir gün İslam’da mucize olmadığını, tek mucizenin Kitap’ın kendisi olduğunu söylediğini anımsıyorum. Bunu duyduğumda elbette farkında değildim ama şimdi bu sözlerin altında yatan pozitivizmi görüyorum. Dine bu gözle bakanlar, inançtan çok, bilimle açıklanacak bilgi olarak görürler dini.
Bu hafta okuduğum Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” adlı olağanüstü güzellikteki romanı, beni bu konuyu düşünmeye itti. İnananlar, ne bekler dinden? İnsanların dinden beklediklerinin, bilinmezleri açıklamak, hastalıklara ilaç bulmak, atom teorisini anlamak olduğunu hiç sanmıyorum. İnsanlar gerçekte dine, ruhsal arayışlarla yönelirler. Ortaçağdan beri bilimle yarışan batılı dinler, insanı spritüel arayışında yalnız bırakmışlardır.
“Allah’ın Kızları” romanından bahsetmeye belki çok garip bir açıdan bakarak başladım, fakat son dönemlerde din, inanç ve gelenek üzerinde toplumca çok daha fazla konuşur ve kafa yorar olduk. İslamiyet’i değil yalnızca, inanç sistemlerini de sorgulama gereği duymaya başladık.
Nedim Gürsel tam da bu konuları romanının merkezine yerleştirmiş. Onun anlattığı din, bilimle yarışan, mucizelerden uzak bir inanç değil, aksine yüzyıllar boyunca anlatıların efsaneleştiği, olağanüstünün kabul gördüğü bir inanç sistemi. Dini öyküler zaten efsanelerden, masallardan, olağanüstü kişilerden ve tüm bunların en şiirsel biçimlerde anlatılmalarından ortaya çıkmaz mı?
“Allah’ın Kızları” birbiri ardına, nesillerdir anlatılagelen hikayeleri, masal anlatır gibi şiirsel bir dille anlatıyor. Nedim Gürsel roman için ikinci tekil şahısta anlatıyı seçmiş ve bence çok da iyi etmiş. Romanın anlatıcısı, “sen” diye hitap ediyor anlattığı kişiye: bu, küçük bir çocuk olduğu gibi, dolaylı olarak aynı zamanda okur da oluyor. Okuru babaannesinin masallarını dinleyen bir çocuk konumuna koyarak anlatıyor. “Dedenle Cuma namazına giderken…” diye başlıyor örneğin bir bölüm. Sanki çocukluğunda hayal meyal hatırladığı anılarını büyüklerinin ağzından yeniden dinliyor.
İkinci kişiye anlatılması zor bir anlatım olmasına rağmen, yazarın amacına tam hizmet ediyor. Masal dilinden uzaklaşmamış, okur ile çocuğu bir bütün olarak düşünmüş ve belki de en önemlisi, uzak diyarların, geçmiş zamanların hikayelerini, bir çocuğa anlatırken yapılan cinsten abartılarla, efsanelerle süslüyor. Anlatım hiç dağılmıyor, hep aynı sesten dinliyoruz hikayeleri.
Romanın formuyla ilgili bir başka özelliği de, her bölümün farklı karakterlerin dilinden anlatılıyor olması. Çoksesli bir anlatı kurmuş Gürsel. Her dört bölümde bir Uzza, Manat ya da Lat’ın başlığını taşıyan, onlardan birinin ağzından dile getirilmiş anlatı yer alıyor. Böylece bölümlerin nasıl romanın dokusunu oluşturduğunu da görme fırsatı oluyor okur. Üst üste gelen simetrik anlatılar, yapıyı oluşturuyor.
“Allah’ın Kızları”nın konusunu anlatmak çok zor. Roman farklı çağlarda geçen, kutsal kitaplarda bahsedilen öykülerden oluşuyor. Gürsel hoş şekilde öyküleri birbirlerine bağlayarak bugüne kadar getiriyor. Örneğin, romanın başlarında hazreti Muhammed’in doğumundan önce babasının ve dedesinin hayatlarını anlatıyor. Peygamberin dedesinin anlatıldığı bölümlerin içinde, anlatıcı kendi çocukluğuna, dedesine göndermeler yapıyor.
Öyküler arasındaki benzetmeler çok zekice yapılmış. Benzer temaları çağlar ötesinde yinelendikçe, romandaki kişiler ve olaylar belirginleşiyor. Romanda yazarın sık kullandığı temalardan biri, kurban. İlk başlarda İbrahim peygamberin oğlunun boğazını kesmek üzere dağa çıkışını anlatıyor. Ardından küçük bir çocukken dedesinin evinde, kömürlüğün yanına bağlanan, kurban bayramında kesilmeyi bekleyen koçtan bahsediyor. Kesilen kurban, aslında çocukların yaşamlarının bedeli. Çocuk bir şekilde kendi yerine kurban edilen hayvana karşı bir suçluluk duyuyor belki, ama kendisinin hayatta kalması için bunun zorunlu olduğu söyleniyor ona. Çocuk zihninde kurban, kendi yaşamının ne denli değersiz, kolay kaybedilebilir hatta kendini sevdiğini zannettiği büyükleri tarafından harcanabilir olduğunu gösteriyor.
Kurban bir kez daha Muhammed’in babasının küçük bir çocukken nasıl kurban edilmekten kurtulduğu hikayesiyle anlatılıyor. Temanın farklı çocukların hayatlarındaki anlamıyla tekrarlanması, çağlar boyunca inancın içine işleyen şiddeti sorguluyor. Tabii bir de peygamberin babasının kurban edilmekten son anda kurtulması, yaşamın rastlantısallığını da gösteriyor.
Yazarın kullandığı bir başka tema da, yol. Kays gibi, şehvet için yolculuk yapanlar var ama bir de, hayatı yollarda arayış içinde geçen dervişlerin hikayeleri var ki, bunlar romanın en güzel hikayeleri. Cennete giden yola girmek için yıllarca iz süren dervişin hikayesi Yunus Emre’nin satırlarıyla son buluyor:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana Seni gerek Seni”
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen onu
Bana Seni gerek Seni”
Romanın yazılış amacını da bize yol simgeleri anlatıyor: “Anadolu’yu karış karış dolaşıp tekkelerle, dervişlerle, onların menkıbeleriyle yatıp kalkmaya başladığında, bir yol arayışına girecektin. Doğru yolu bulmak değildi amacın, belli bir yola girmek de değildi. Yoldan çıkmak, kendini hayat yolunun ortasında karanlık bir ormanda bulmak istemiyordun o kadar.”
İnsanların dinden beklentisi diye başladık yazıya çünkü roman bana en çok bu konuyu düşündürdü. Nedim Gürsel’in de bu sorunun peşinden giderken romanın temelini oluşturduğunu düşünmeden edemedim. Romanın bir bölümünde, dedesinin elinden tutmuş camiye giderken, yatırın yanında pazar kurulan boş arsaya gelip bağlama çalan ozandan öğrendiklerini anlatır. Tasavvufla pek ilgilenmeyen dede, camideki vaazdan daha memnun kalır fakat çocuk “…nerde ozanın anlattıkları, nerde imamın vaazı! … imamın anlattıklarında olağanüstü hiçbir şey yoktu” der.
Spritüel olandan, tasavvuftan ve olağanüstüden uzaklaştıkça geriye ne kalır diye düşündüm romanı bitirince ve dinin özündeki ruhsal arayışın bundan beslendiğini, aksi takdirde geriye sadece yasa ve şiddet kaldığını gördüm.
Bu romanı keyifli masallar okur gibi okudum ama ardında yatan yoğun araştırmadan da söz etmek gerekir. Nedim Gürsel sadece teologların araştırmalarını incelemekle kalmamış, eski destanları, evde dedelerden, ninelerden dinlediğimiz efsaneleri de romana dahil etmiş. Bazılarının şehvet dolu, bazılarının da erdem dolu hikayelerini nefis bir dille aktarmış.
Allah’ın Kızları / Nedim Gürsel / Doğan Kitap / Mart 2008 / 287 sayfa.
Allah’ın Kızları / Nedim Gürsel / Doğan Kitap / Mart 2008 / 287 sayfa.
(Bu makale Dünya Gazetesinin Kitap ekinde 4 Nisan 2008 günü yayımlanmıştır.)
6 yorum:
bu adama kim dur diyecek bu hafta akdeniz üniversitesine gelip konferans vercekti ama bekle diği gibi olmadı konuşmadan salondan çıktı sanat yaptığını sanan bu şahıs peyganber efendimiz(s.a.s)e hakaret edici yazılarda bulunuyor hiç kimsenin buna hakkı yoktur ve olmayacaktır sen müslüman bi ülkede peyganber efendimize(s.a.s)e hakaret et akıl mantık almıyor bunun hesabı sorulmalı bu adama
doğu akdeniz üniversitesine geldi kardesım agzının payını da aldı...
Yazarlık yaptığını zanneden bu zavallı Fransızlarla epey bir hemhal olmuş. Dinini merak etmek istedim ama yazılarından zaten ortada.. Gafil olmaya gerek yok.. Ahmakların karşısında Süküt sanatını kullanmak lazım diye düşünüyorum. Açılan davada berat etmiş miş zuhahaa.. berat etmedi. ettirildi.
"bu adama kim dur diyecek bu hafta akdeniz üniversitesine gelip konferans vercekti ama bekle diği gibi olmadı konuşmadan salondan çıktı sanat yaptığını sanan bu şahıs peyganber efendimiz(s.a.s)e hakaret edici yazılarda bulunuyor hiç kimsenin buna hakkı yoktur ve olmayacaktır sen müslüman bi ülkede peyganber efendimize(s.a.s)e hakaret et akıl mantık almıyor bunun hesabı sorulmalı bu adama"
Diyen arkadaşım. Sanıyorum sen kendini insanlara müslüman diye tanıtıyosun müslümanlığın gereklerini, düşünce yapısını bilmeden. Eğer hesabı sorulacaksa senin inancına(!) göre o hesabı kimin soracağı belli. Bir laf atıyosan "(s.a.s) demessem cezalandırırım!" düşüncesini benimsediğin gibi allahın tek cezalandırıcı olduğu düşüncesini de benimse! Peygamber efendine de hakaret ediyosa neden diye bi düşün. ya da hakaret mi ediyor gerçekten.
İnanıosan da adam gibi inan yani sevgili kardeşim. senin gibi müslümana kimsenin ihtiyacı yok. Oku lan biraz! sözde inandığın kitapta denileni yap!
tşk...
bu adama kimin dur diyeceği değil bunları yazma hakkını kimin verdiği önemli
Yorum Gönder